
20’li yaşlarında olan gençler, yani AKP’li yıllara doğanlar; “yaşamlarının karartıldığını, geleceklerinin çalındığını” söylüyor, kendilerini “kayıp kuşak” olarak adlandırıyorlar. Fildişi kulelerinde oturan muktedirler ise gerçeklikten o denli kopmuş durumdalar ki “kendiniz için, memleketiniz için hayal kurmaya devam edin” tavsiyeleri dağıtıyor, “Z kuşağının yoldaşı olacağım” nutukları atıyor ve ülkede en çok gençlerin mutlu olduğunu söyleyebiliyorlar. Oysa emekçi gençlik ülkeye bakınca baskıdan, işsizlik ve yoksulluktan, adam kayırmacılıktan, gösteriş budalalığından, iktidarın tepeden tırnağa çürümesinden, umutsuzluk ve çıkışsızlıktan öte bir şey göremiyor. Mutluluk mu? Sahi, mutsuzluk buhranı yaşadığımız böylesi bir çağda mutluluk ne kadar mümkün?
Kuşaklardan ve kuşaklara atfedilen değerlerden, belirgin duygu ve davranışlardan bahsediyorsak şayet, doğru gibi görünen kimi kavramları irdelemek, her şeyi yerli yerine oturtarak başlamak önemlidir. Birbiri ardına yeni harflerle kuşak tanımlaması yapmak revaçta! Önce İkinci Dünya Savaşı sonrası doğan “bebek patlaması” kuşağı (“Baby Boomers”), sonra X, Y, Z kuşakları ve şimdi son olarak Alfa kuşağı… Öncelikle böylesi bir kuşak tanımlaması yapmanın esasında hatalı ve manipülatif olduğunu söylemeliyiz. Ülkedeki en zengin aile olan Koç’ların, dünyada en çok kamu ihalesi alan AKP’li müteahhitlerin çocuklarıyla ya da sınavsız-mülakatsız koltuk kapan bürokrat çocuklarıyla emekçilerin aynı yaştaki çocuklarının yaşamları, sorunları, hissiyatları bir olabilir mi? Dolayısıyla toplumsal sınıflardan azade, sınıflar üstü bir kuşak tanımlaması yapmak yanlıştır, esasında sınıfların kuşakları vardır.
AKP’li yıllarda işçi sınıfı kuşaklarının, özellikle de gençliğin içine itildiği geleceksizlik derinleşti. Ancak bu doğru olduğu kadar eksik bir yorumdur. Zira kapitalizm tarih boyunca sınıfımızın hiçbir kuşağına mutluluk sunmadı, sunamaz. Mesela 19. yüzyıl, dünya tarihinde eşi benzeri olmayan olayların yaşandığı bir yüzyıl olmuştur. İşçi sınıfının önderlerinden birisi bu yüzyılda sermaye sınıfının kendi suretinde bir dünya yaratmaya çabaladığını söylemiştir. Fakat 20. yüzyıl çok daha büyük acılara sahne olmuştur. Ernest Glaeser’in 1902 Doğumlular adlı romanında bir çocuğun gözünden bu yüzyıldan çarpıcı bir kesit anlatılır, Birinci Dünya Savaşının yıkımı gözler önüne serilir. Sormak gerekir; savaşları çıkaranlar korkunç kârlar elde ederken, hastalık ve açlıktan kırılan, babasız kalan veya bizzat kendisi cephelere sürülen bu çocuklar mutlu muydu?
70 milyon insanın canını alan İkinci Dünya Savaşını, Japonya’da iki atom bombasının koca şehirleri yerle bir ettiğinin tanığı ve mağduru olan kuşağı düşünelim; iki dünya savaşını da yaşayan kuşağı ya da! Almanya, İtalya yahut İspanya’da faşizmi yaşayan kuşaklar, yaşadığımız topraklarda 12 Eylül kuşağı diye anılan kuşak… Bu zamanlar insanlık tarihinin çok zorlu zamanlarıdır; kapitalist egemenlerin işçi sınıfının çeşitli kuşaklarına ödettiği büyük bedellerin tanığıdır. Ancak öte yandan 1968 kuşağı diye bir kuşak da vardır. Bireysel çıkarlarını toplumsal çıkarlardan ayrı görmeyen, yüzünü dünyayı değiştirme mücadelesine dönen, özgürlüğe tutkulu ve bugüne kıyasla mutlu bir kuşak…
Zamanın ruhu işçi sınıfının kuşaklarına sirayet eder, belirgin duygu ve davranış ortaklıkları yaratır. Sürekli kötülük üreten, iyiyi, güzeli, insanlığın ortak çıkarlarını boğan kapitalizm bugün tarihinin en bunalımlı döneminden geçiyor ve kendi suretinde bir dünya yaratıyor. Çıkmaza giren kapitalizm toplumsal sorunları her alanda büyütüp ağırlaştırıyor. Genç kuşaklar kendilerini umutsuz ve geleceksiz hissediyor, depresyon yayılıyor. Gencecik bir tıp fakültesi öğrencisi Enes Kara gibi gençlerin umutlarını yitirerek canına kıyması başka nasıl açıklanabilir?
Yeniden ve yeniden mutsuzluk üreten kapitalizmde insanlığın mutlu olması mümkün değildir. Dolayısıyla mutsuz olan yalnızca Türkiye’de AKP yıllarına doğan veya bu yıllarda büyüyen gençler değildir. Türkiye dâhil dünyanın tüm emekçileri kapitalizm altında acı çekmektedir. Ancak dünyanın dört bir köşesinde yoksulluğa, haksızlığa, özgürlüklerin yok edilmesine karşı ayağa kalkan emekçiler de var. Genç kuşaklar olarak şunu çok iyi bilelim: Yaşadığımız çağın büyük sorunları karşısında şikâyet edip pasifçe beklemek yerine, o sorunları yaratan kapitalizme karşı mücadele etmeliyiz! İnsanı insan olmaktan çıkartan kapitalizme karşı mücadele, her türlü depresyonun devasıdır. Dayanışmanın, kardeşleşmenin, güzel olan ne varsa paylaşarak çoğaltmanın, acı olan ne varsa paylaşarak azaltmanın yolu kapitalizme karşı mücadele saflarından geçmektedir.