“Hırsız değilim, çok yoksul bir işçiyim...” Bu sözler Migros Depo’da çalışan bir temizlik işçisine ait. Çöpe atılan çürük sebzelerden toplayıp evine götürmek istediği için hırsızlıkla suçlandı ve savunması alındı. Bu haberle karşılaştığımda aklıma daha önce yaşadıklarım geldi. Bir markette çalışıyordum. Allah’ın her günü iş çıkış saatinde müdür depoya inip hepimizi sıraya dizer, çantalarımıza, poşetlerimize bakar, üstümüzü arardı. İşçi değil hırsız muamelesi görüyorduk. İtiraz ettiğimizde işimizle, ekmeğimizle tehdit ediliyorduk. Ne yazık ki bu aşağılayıcı uygulama bugün de sürdürülüyor. Her gün yüz binlerce işçi hırsızlıkla itham ediliyoruz. Haysiyetimiz patronların ayakları altında eziliyor. Bir lokma helal rızık için ölesiye çalışıyoruz. Maddi manevi bütün varlığımızı, enerjimizi işyerinde tüketiyoruz. Günün sonunda hırsız damgası yiyip işten atılmakla karşı karşıya kalıyoruz. Peki neden? Çocuklarımızın karnı doysun diye çöpe atılan yiyecekleri alıp götürdüğümüz için!
Ancak sormak gerekiyor. Bizi hırsızlıkla suçlayanlar, en büyük hırsızlığı yapmıyorlar mı? Servetleri bizden çaldıkları değil mi? Onlara zenginlik gökten zembille inmedi. Ya da çok çalışarak kazanmadılar bu serveti. Sahip oldukları sermaye aslında bizim karşılığı ödenmemiş emeğimizdir. Günde bir ya da iki saatlik çalışmayla hatta bazı sektörlerde birkaç dakika içinde aldığımız ücreti karşılayacak bir üretim yapıyoruz. Geriye kalan saatlerde sadece patronların kârı için çalışıyoruz. Biz çalıştıkça patronlar servetine servet katıyor. Yani her patron aslında katıksız bir emek hırsızıdır. Emeğimizi çalarak sermayesini büyütür. Bu sistemin temelinde milyarlarca işçinin sömürülmüş emeği vardır. Kısacası kapitalizm sömürü demektir, sömürü hırsızlık demektir. Patronlar bu hırsızlığı her gün, her saat, her dakika hatta her saniye yapıyorlar. Gece gündüz çalışmamıza rağmen yoksulluğumuzun büyümesinin nedeni de bu hırsızlıktır. Bu yüzden bu düzende emeğimiz bizim için sefalet, patronlar için zenginlik üretiyor. Bu emek hırsızları yüzünden insanca yaşayamıyoruz. Çocuklarımızın rızkını çöp tenekelerinde arar hale geliyoruz. Bizi bu duruma düşürenler bir de çıkıp hırsızlıkla itham ediyorlar. Sadece ürettiklerimize değil bütün hayatımıza el koyuyorlar. Çocuklarımızın gözündeki feri çalanlar, bizi geleceksiz bırakanlar, sülük gibi yaşamımızı emenler bu düzenin sahipleri değil mi?
Asıl hırsız patronlar ve onların düzenidir. Ancak bugün bu hırsızlardan kimse hesap sormuyor, soramıyor. Mahkemeler baklava ya da ekmek “çalan” küçücük çocukları hapse atıyor. Savcılar yolsuzlukları ifşa eden gazeteciler hakkında soruşturma açıyor. Polis sefalet zammını kabul etmediği için direnen Migros Depo ve Farplas işçilerini gözaltına alıyor. Kısacası devlet, sermaye sınıfını yani hırsızlar sınıfını koruyup kolluyor. Ama yağma yok. İşçi sınıfı kendi iktidarını kurduğunda, bugün esip gürleyen hırsızlar kaçacak delik arayacaklar.