Özgürlük, ezilen ve sömürülen emekçi insanlığın kadim istem ve düşüdür. Su gibi, ekmek gibi bir ihtiyaçtır özgürlük. Dünden bugüne şiirler, şarkılar yazıldı, nice büyük mücadeleler verildi özgürlük için. Uğruna ödenen bedeller, verilen mücadeleler destanlaştı. Köleci Roma’ya başkaldıran Spartaküs’ten günümüze sayısız isyan ateşi yandı dünya üzerinde özgürlük için. Bütün dillerdeki söylenişi yüreklerde aynı ateşi tutuşturdu. Köleler köle sahiplerine, sömürge ülkelerde ezilen halklar emperyalistlere, yoksul emekçi halklar krallara karşı isyan ettiler özgürlük isteyerek. Bugün de zulme ve zorbalığa karşı isyan ateşleri yakılmaya devam ediyor.
Hiç kuşku yok ki insanlık özgürlük mücadelesinde çok yol kat etti. İnsanın bir eşya gibi alınıp satıldığı köleci toplumlardan örgütlenme, sendika kurma, seçme seçilme, eğitim ve sağlık hakkı gibi çeşitli hak ve özgürlüklerin olduğu günümüze geldik. Ancak gerçek özgürlüğe henüz kavuşmuş değiliz. Çünkü gerçek özgürlük, toplumun özgür olmasıyla mümkün olabilir ancak. Özgür toplum ise kimsenin kimseyi ezmediği, sömürmediği, sınıfların ve savaşların olmadığı, teknolojinin insanlığın hizmetine sunulduğu bir toplumdur. Özgür toplum; insanın emek gücünü satmadığı, tüm zamanını karnını doyurmak ve soyunu sürdürmek için harcamadığı, zorunlulukların esiri olmadığı toplumdur. İşte ancak böyle bir toplumda insanlaşmaktan ve gerçek özgürlükten söz edilebilir.
Gerçek bu olduğu halde içinde yaşadığımız kapitalist sistemde özgür olduğumuz söyleniyor. Eşitsizliğin ve sömürünün olduğu bir sistemde yaşıyor olmamıza rağmen, yaşamımıza dair seçimleri özgürce yaptığımız, bireysel özgürlüğe sahip olduğumuz yalanı her an zihinlerimize işleniyor. Yaşamın her alanındaki eşitsizlikleri, bireylerin karşılarına çıkan “fırsatları” değerlendirme becerileri veya tercihleri olarak görmemiz isteniyor. Sömürünün ve esaretimizin kaynağı olan kapitalist üretim araçlarının özel mülkiyeti, “mülkiyet hakkı/özgürlüğü” olarak kutsanıyor. Biliyoruz ki sınıfların olduğu toplumlarda egemen fikirler, egemen sınıfın fikirleridir. Mesela medya araçlarını kontrol eden patronlar sınıfı, kendi düşüncelerini topluma benimsetebiliyorlar. Oysa bir an beyinlerimizi özgür bırakır ve çizilen düşünce sınırlarının dışına çıkarsak, bize söylenen “özgürüz” yalanını çok net görebiliriz.
Her gün yaşayarak tecrübe ediyoruz: Bir tarafta sermaye sınıfı, öte tarafta ise emek gücünden başka satacak şeyi olmayan yüz milyonlar var. Kapitalist sistemde üretim araçları, “özel mülkiyet” adı altında patronlar sınıfı tarafından gasp edilmiştir. Fabrikalar, makineler, yeraltı ve yerüstü kaynakları, bilim ve teknoloji onların elindedir. İşte bu üretim tarzı modern köleliğin kaynağıdır. Bir tarafta emek gücünü sömürerek sermayesini büyütme ve lüks bir yaşam sürme özgürlüğüne sahip patronlar sınıfı, diğer tarafta ise hayatta kalabilmek için çalışmak zorunda olan ücretli köleler yani işçi sınıfı…
Kapitalist sistemde bir işçi ailesinin çocuğu yalnızca “işçi olma özgürlüğüne” sahiptir. Karşısına çıkan “fırsatlar”, ona en fazla hangi işi yaparak sömürüleceğini tercih etme özgürlüğü verebilir. Doktor, mühendis, öğretmen veya fabrika işçisi olabiliriz. A fabrikasından çıkıp B fabrikasında işe girebiliriz. İşte bu kadardır özgürlüğümüz! Ekonomik kriz derinleştikçe işçilerin bu küçücük “özgürlük alanı” da daralır. Yoksulluk ve işsizlik girdabı, iş seçmeksizin bir yük hayvanı gibi uzun saatler çalışmaya mecbur bırakır bizleri. Bu düzende çalışmak ve üretmek işçiler için bir mutluluk kaynağı değil zorunluluktur.
Türkiye’deki baskıcı rejim, kapitalizmin sınırları içindeki hak ve özgürlüklerimizi dahi elimizden alıyor. Daha iyi çalışma koşulları, daha yüksek ücret, daha fazla hak için mücadeleye atılan işçilerin karşısına polis dikiliyor. Dünün egemenleri kölelere zincir vururken, bugünün egemenleri işçiye kelepçe vuruyor. Patronun evinin önünde ekmeği için eylem yapan Migros işçisine vurulan kelepçe, bu düzenin özetidir. Kapitalizm ve tepemizdeki baskıcı rejim emekçileri nefessiz bırakıyor.
Nefes alamayan gençler, emekçi kadınlar, işçiler haklı olarak daha fazla özgürlük istiyor. Fakat bunun için örgütlenmek ve mücadele etmek zorundayız. Çünkü demokratik hak ve özgürlükler düzen sahiplerinin lütfu değildir. Bunları dünya işçi sınıfı mücadele ederek kazandı. Gerçek anlamda özgür olmamız için ise kapitalizmin yıkılması gerekiyor. Bugün insanlık gerçek özgürlüğü sağlayabilecek tüm olanakları yaratmış durumda. Özgür bir dünyanın önündeki tek engel, kapitalist sömürü düzenidir.