
İnsan sadece beslenme, barınma gibi fiziksel ihtiyaçlarını karşılamakla mutlu olmaz. Aynı zamanda manevi ihtiyaçlarını da karşılamak ister. Paylaşmak, sevip sevilmek, yararlı olmak, değer görmek, kendini gerçekleştirmek ister. Bunlar olmadığında ise kendini mutsuz, işe yaramaz, değersiz hisseder. Günümüzde tıpkı depresyon gibi değersizlik hissi de çok yaygın. Fakat toplumsal bir sorun olarak değil kişinin kendi sorunu olarak görülüyor. Kişinin kendi kendisiyle “mücadele etmesiyle”, kendisine “ben değerliyim” demesiyle sorunun çözüleceği söyleniyor. Oysa sorun da çözümü de bireysel değildir. Yaşadığımız manevi sorunlar da toplumsaldır. İçinde yaşadığımız toplumsal sistemle ve hangi sınıfa ait olduğumuzla ilgilidir. Çözümü de toplumsal olmak zorundadır.
Elbette kapitalist sistemin efendileri bu gerçeği görmemizi istemez. Bunun iki nedeni var. Birincisi kapitalist sömürü düzeninin bekasını güvence altına alma ihtiyacıdır. İnsanlar yaşadıkları sorunları bireysel olarak gördükleri sürece bireysel çözümler ararlar ve sermaye düzenini sorgulamazlar. Enerjilerini, öfkelerini, tepkilerini kapitalist sisteme değil, kendilerine ya da kişilere yöneltirler. İkincisi ise kapitalist sistemde maddi-manevi her şey alınıp satılabilen metalara dönüştürülmüştür. Dolayısıyla manevi ihtiyaçların da bir pazarı vardır. Mesela devasa bir endüstri haline gelen kişisel gelişimin, 2019 yılında 38 milyar doların üzerinde bir pazara sahip olduğunu biliyor muydunuz? Kişisel gelişim üzerine sayısız kitap, video, makale, seminer, kurs, eğitim bulunuyor. Kendinizi yetersiz, değersiz, mutsuz hissediyorsanız kişisel gelişim ürünlerinden birini satın alarak sorununuzu çözebilirsiniz! Böyle deniyor. Keza çikolatadan arabaya, şampuandan cep telefonuna yapılan reklamları düşünelim. Hepsinin özünde “satın al, tüket, kendini mutlu ve değerli hisset” mesajı vardır. Oysa bunların hiç biri insanın tahrip edilmiş maneviyatını geri kazandırmaz. Üstelik düşük ücretlerimiz zaten satın almamızı sınırlandırır, dolayısıyla daha fazla meta satın alarak, daha fazla şeye sahip olarak değerli hissetme olanağına hiçbir zaman kavuşamayız.
Gerçekte insan başkalarına faydalı olduğunda, yardımlaşma ve dayanışma içinde olduğunda, en önemlisi de ürettiğinde kendini değerli hisseder. Üretmek aynı zamanda kendini gerçekleştirmektir. İnsan kendisini ürettikleriyle var eder, anlamlandırır. Ama kapitalist üretim tarzında işçi kendi ürettiklerine yabancılaşmıştır. Çünkü üretmek için kullandığı üretim araçları da, üretilen ürünler de patronundur. Çalışma koşullarını, iş bölümünü belirleyen patrondur. İşçi üretim sürecinde bir robottan farksızdır, hiçbir söz hakkı yoktur. Bu nedenle kapitalizmde çalışmak ve üretmek insana değer katan bir şey olmaktan çıkar ve tersine işçiyi değersizleştiren, maddi ve manevi olarak tüketen bir zorunluluğa dönüşür.
Günde 12 saat tükenircesine çalışan, buna rağmen en temel ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlanan bir işçi manevi tatmin duygusuna nasıl ulaşabilir?Büyük bir tekstil fabrikasında çalışan bir kadın işçi, iki hafta boyunca her gün 12 saatin üzerinde çalıştıklarını, müdürlerin yaptıkları fedakârlık için kendilerine teşekkür ettiğini anlatıyor. Aynı işyerinde işçiler at gibi yarıştırılıyor, düşük ücret veriliyor ve fazla mesaiye kalmayı reddetmek işten çıkarılacaklar listesinde yer almayı göze almak anlamına geliyor. Böyle bir işyerinde yöneticilerin sahte teşekkürleri, işçilere kendilerini değerli hissettirebilir mi? İşçileri iliklerine kadar sömürüp işgücü maliyetlerini aşağı çekmeye çalışırken, anayasal hak olan sendikalaşma hakkına dahi saygı duymazken, ikiyüzlüce “siz bizim için değerlisiniz” demelerinin tek bir nedeni vardır, daha fazla kâr etmek… Çalışan işçilerin durumu buyken işsizlik ise değersizlik duygusunu daha da büyütür. Eve ekmek götürememenin ağırlığı ruhuna çöken insanlar manevi çöküntü yaşar.
Çok açık ki değersizlik duygusunun temelinde kapitalist sömürü düzeni vardır. İşçiler sömürüye, haksızlıklara, kapitalizme karşı mücadele için el ele verdiklerinde kendilerini değerli hissetmeye başlarlar ve gerçekten değerli olurlar. İşçi sınıfının sorunlarına kafa yoran, toplumun geleceği için ne kadar faydalı ve haklı bir mücadele yürüttüklerini anlayan işçiler değersizlik hissine kapılmazlar. Hiç kuşkumuz olmasın; sınıfımızın örgütlü mücadelesinin içinde yer almak hem yeteneklerimizi açığa çıkaracak hem de kendimizi yararlı ve değerli hissetmemizi sağlayacak. Ve kapitalizm ortadan kalktığında değersizlik hissi toplumsal bir sorun olmaktan çıkacak, insanlık gerçek özgürlük ve mutluluğu tadacak.