Türkiye’de yoksullaşma daha geniş kesimleri içine alarak ve derinleşerek sürüyor. Özellikle 2021’in sonbaharından bu yana ekonomide yaşanan serbest düşüş asıl olarak emekçileri vuruyor. Siyasi iktidarın iddia ettiği gibi bunun asıl nedeni dünya genelindeki gelişmeler değildir. Elbette dünyadaki ekonomik sorunların etkisi vardır fakat Türkiye’de işçi sınıfının korkunç yoksullaşmasının gerçek nedeni bu siyasi iktidarın politikalarıdır. Bugün Türkiye’de yaşanan bilinçli bir yoksullaştırma politikasıdır, siyasi iktidarın tercihidir. Nitekim Maliye Bakanı Nebati’nin açıklaması bu gerçeğin itirafıdır: “Biz bir yol ayrımına gittik. Enflasyonla birlikte büyümeyi tercih ettik… Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar. Çarklar dönüyor.”
Bakan Nebati açıkça enflasyondaki artışı bilerek önlemediklerini, bu artıştan sermaye kârlarını arttırarak kazançlı çıkarken “dar gelirliler” dediği milyonlarca emekçinin ezildiğinin farkında olduklarını ve hatta bunu tercih ettiklerini itiraf ediyor. Sermayenin çarkı dönsün diye milyonlarca işçi, emekli, çiftçi, esnaf eziliyor, adeta un ufak ediliyor. Her emekçi ne derece yoksullaştığını alım gücüne bakarak anlayabilir ama rakamlar ülke genelindeki durumu ortaya koyması bakımından önemlidir. 2022 yılının asgari ücreti “cumhuriyet tarihinin en büyük zammı” propagandasıyla açıklandığında, gerçekte 2021’in kayıplarını dahi telafi etmemişti. Yani 4253 lirayla alabileceklerimiz 2021’in başında 2825 lirayla alabildiklerimizden daha azdı. Ancak alım gücündeki düşüş yerinde durmadı ve 5 ay içinde çok hızlı bir gerileme yaşandı. TÜİK’in Mayıs ayında yüzde 73 olarak açıkladığı yıllık enflasyon gerçekte yüzde 160’ın üzerine çıktı. Bunu açlık ve yoksulluk sınırına bakarak da görebiliriz. Ocak ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 4250 lira iken mayıs ayında 6 bin 17 liraya, yoksulluk sınırı ise 13 bin 844 liradan 19 bin 602 liraya çıktı. Bu durumda sadece gıdadaki alım gücünü koruyabilmek için bile bugün asgari ücretin 6 bin lira olması gerekiyor. İler tutar yeri kalmayan TÜİK’in resmi enflasyonuna göre bile beş ayda oluşan kaybı telafi etmek için bugün asgari ücret 5 bin 768 lira olmalıdır.
İşte bu bilinçli yoksullaştırma politikasıyla reel ücretler yani işçilik maliyetleri düşürülüyor. İşçiler daha ucuza sömürülüyor ve sermaye sınıfının kârı katlanıyor. Türkiye’nin 500 büyük şirketinin kârı 2021’de önceki yıla göre yüzde 137 artarken işçi başı ortalama ücret sadece yüzde 26 arttı. 2022 yılı sona erdiğinde bu farkın çok daha fazla açılacağı açıktır. Bankacılık sektörünün kârı 2022’nin Nisan ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 700 arttı! 2016’dan bu yana sermaye lehine muazzam bir gelir transferi söz konusudur. 2016’da ücretlilerin milli gelirden aldığı pay yüzde 36,8 iken 2021’de yüzde 30,2’ye geriledi. Buna karşılık sermayenin payı yüzde 46,6’dan yüzde 52,6’ya çıktı. Türkiye’nin milli geliri son 7 yıldır gerilemesine rağmen sermayenin kârı büyüyor. Yani toplamda pasta küçülürken, o pastadan sermayeye giden pay artıyor. Bu tablo, işçi sınıfının nasıl tepetaklak yoksullaştığını ortaya koyuyor. Sonuç ortada: Yıllarca 2023’te Türkiye’nin büyük güç olacağını ve milli gelirin 2 trilyona çıkacağını propaganda eden siyasi iktidar, 2023’e altı ay kala milyonları korkunç bir yoksulluğa mahkûm etmiştir.
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı Meclis’e ek bütçe teklifi sundu. Buna göre bütçe gelirlerinde 1 trilyon liranın üzerinde, giderlerde ise 880 milyar liralık bir artış yapılacak. Değişikliğin gerekçesi özetle “genel fiyatlar seviyesinde önemli artışlar” olarak belirtildi. Yani enflasyon! Oysa Erdoğan kısa bir süre önce yaptığı konuşmada ülkede teknik anlamda enflasyon olmadığını söylemişti. Peki, bütçede öngörülen 1 trilyon liralık artış nereden gelecek? Elbette ödediğimiz vergilerden. Milli gelirden aldığımız pay düşüyor, reel ücretlerimiz eriyor ama ödediğimiz vergiler artıyor! Söylendiği gibi Temmuzda asgari ücrete bir parça zam yapılsa bile, bu işçilerin derdine deva olmayacaktır!
Sadece yoksulluğumuz değil borçluluğumuz da artıyor. Nisan sonu itibariyle bireysel kredi borcu kullanan kişi sayısı 36 milyonun üzerine çıkmış durumda. Geçtiğimiz yılın aynı döneminde bu sayı 34,5 milyondu. Pandemi öncesinde ise 32 milyon kişinin bireysel kredi borcu vardı. Emekçilerin bugününü ipotek altına alarak cehenneme çeviren bu düzen, milyonları borçlandırarak geleceklerine de çöküyor. Geleceğimize sahip çıkmak için çarkı bozuk bu düzene hayır diyerek mücadele etmekten başka seçeneğimiz yok.