
Geçen gün durağa vardığımda otobüs bekleme kuyruğunda 22 insan vardı. Yani oturarak yolculuk edeceğim garantiydi. Kuyruğun ön tarafında yüksek sesle yapılan konuşmalardan ilk duyduğum “artık kiracı kalmaz” sözü oldu. Devamındaki sözlerden birinin de “TOKİ” olduğunu duyunca içimden “Ah sınıf kardeşlerim örgütsüz olmak başınıza ne çoraplar örüyor. Canınız yanmadan ayılmayacaksınız” diye geçirdim. Ve sözüm tam manasıyla kifayetsiz kalacağı için sustum. Hani altı sakal, üstü bıyık derler ya, öyle bir durum söz konusuydu.
O sırada konuşanın sesi pek tanıdık geldiği için gidip baktım. Hararetle TOKİ’yi konuşanlara itiraz edenler de vardı. Kimisi “Benim var. Allah herkese versin”, bir başkası Erdoğan gibi “dünyada mekân, ahirette iman”, bir diğeri “Allah vicdansız ev sahiplerine insaf versin” diyordu. Bu sonuncusu fabrika işçisi Mardinli Beşir Ustanın ta kendisiydi. Daha önce de karşılaştığım Beşir Usta davul gibi şiş karnını hoplatarak ve sağlam bacağı üzerinde bir balerin gibi dönerek “Hanım da buradakiler gibi tutturmuş. ‘TOKİ’ye girelim’ diye başımın etini yiyor. Vallahi kendi de benden beter, bir sürü hastalığı var. Çalıştığı iş ağırdır. Yahu TOKİ kurbanlık dana değil ki girelim” dedi. Beşir Ustaya karşı çıkanlar TOKİ’nin adeta sahibi gibi propaganda yapıyorlardı. “Beşir Usta merhaba” diye seslendim. “Vay ebem merhaba” dedi, uzaktan selamlaştık. Durakta otobüs kuyruğunda başlayan konuşmalar, tartışmalar otobüsün içinde de sürdü gitti.
Sanki herkes TOKİ’deki dairelerinin içinde bulunduğu yemyeşil bahçede akşamın serinliğinde yıldızları sayar gibi mest olmuştu. Sanki cırcırböcekleri şarkı söylüyor, ateşböcekleri ritmik şekilde yanıp sönüyor haldeydiler. Durakta arkamda olan başörtülü kadının kendi kendine konuştuğunu duyunca dönüp baktım. Yüzüne dikkatli bakınca 70 yaşında gibi gösteriyordu. Aynı kadın yan taraftaki otobüs kuyruğundakileri eliyle göstererek yüksek sesle konuşmaya başladı: “Bu millet kafayı mı yedi? Her yerde TOKİ de TOKİ. İkimiz de çalışıyoruz. Büyük oğlan okulu bıraktı, oto tamircide çalışıyor. Yemin ederim ay sonunu getiremiyoruz. 49 yaşındayım. 40 yaşından sonra çalışmaya başladım. Ev sahibi olmak eskidenmiş”.
AKP 2002’de iktidara geldiğinden beri başta İstanbul olmak üzere ülkeyi inşaat sahasına çevirdi. Neredeyse her kentte boş durumda binlerce lüks daire var. Bu dairelerin kiraları 4 asgari ücretten bile fazla. Diğer yandan AKP, TOKİ üzerinden, sözde yoksulların konut sahibi olmaları için neredeyse her yıl piyango misali “sana da çıkabilir” şeklinde kayıt parası topluyor. Kurada adı çıkmayanların kayıt için yatırdıkları 500 TL de hak getire. Adı çıkanlar ise “iki yılda teslim edilecek” denilen evler, teslim edilmediği için toplanıp TOKİ’nin ofisinin önünde defalarca eylem yaptılar. TOKİ’den evleri çıkanlar da bir borç girdabının içine düştükleri için bin pişmanlar. Neden mi? Birincisi 20 yıl süren taksitler bitene dek dairenin asıl sahibi TOKİ’dir. Dairede ikamet edenler ise TOKİ’nin kiracısı olarak kabul ediliyor. Ola ki bir taksitini ödeyemediysen TOKİ icraya veriyor. Yani faiz, faiz üstüne binerek borçlar katlanıyor. Bitti mi? Hayır! TOKİ her siteye ve bloka ayrı ayrı yönetici atıyor. Peki, bu site ve blok yöneticilerinin ballı, kaymaklı maaşlarını kim ödüyor? Tabii ki site ve blok sakinleri. Bunun dışında TOKİ hakkında çatlak ses çıkaranlar punduna getirilip “site sakinleri istemiyor” denerek evden atılmakla bile yüz yüze kalıyor. Zaten TOKİ’ye bitip tükenmeyen borçları nedeniyle diken üstünde oturanlar, artık ne kadar sakin kalınabilirse, o kadar sakin olabilirler ancak.
Tüm işçi kardeşlerimiz güzel, konforlu, sağlıklı, güneş gören ve kuşlarla cırcır böceklerinin vokal yaptığı evlerde yaşamayı hak etmiyorlar mı? Çalışan, üreten, var eden işçi sınıfı olduğuna göre ziyadesiyle ve herkesten önce biz hak ediyoruz. Peki, açgözlü, her şeye kâr gözüyle bakan kapitalist düzen altında işçi ve emekçilerin bu evlerde yaşamaları mümkün mü? Hayır! Yani işçi kardeşler sömürücü düzen altında herkesin her şeyden eşitçe yararlanması mümkün değildir. Sağlıklı ve güzel konutlarda yaşamak için, yaşadığımız evlerin bir depremle bize mezar olmaması için bile mücadele etmekten gayri bir seçeneğimiz yoktur.