
Tam bir çıkmaza saplandığım bir dönemde tanıştım, bana “yaşamak” denilen şeyin ne olduğunu öğretenlerle... En zor, en karamsar günler geçirdiğim bir süreçti. Gözümü açıp nefes almamı sağladılar. Henüz UİD-DER yoktu o zamanlar. Harcı karılmış, temeli atılmış, tuğlaları hazırlanıyordu. Bir yılı aşkın bir süre geçti aradan, kuruldu UİD-DER’imiz.
Muhteşem bir coşkuyla, büyüleyici bir kalabalık ve buram buram deneyim kokan havayla gerçekleştirdik açılış etkinliğimizi. Uzun yıllar geçse de aradan, hiç unutamıyorum o günü. Unutmam da mümkün değil zaten! Adeta büyülenmiştim ve “biz bu ağacın meyveleriyiz” diye bir mektup yazmıştım. Evet, o günden beri ben bizi bir ağaca benzetiyorum. Bu öyle bir ağaç ki dalında her renkten güzellik ve tat var. Öyle sağlam bir ağaç ki bu, hastalıklı meyveler yetişmiyor dalında. Ve bu öyle güzel bir ağaç ki her mevsim çiçek açıp meyve veriyor. Kökünden gelen sağlamlığındandır, dalındakiler hep taze ve canlı, çoğalarak büyüyorlar. Kuşkusuz ki dört duvar değil bizi biz yapan sağlam ve canlı tutan. Aksine biziz var olduğumuz her yere tohum serpip güzelleştiren.
Eskiden korkum da yoktu, umudum da. Hiç mi hiç umurumda değildi ne yaptığım, nereye gittiğim, ne yiyip ne içtiğim, nasıl oturup nasıl kalktığım… Günü birlikti hayat benim için, akşam olsa ne olur olmasa ne… Çünkü hiçbir amacım yoktu. Nefes aldım nefes verdim ve gün bitti. Buydu yaşamak benim için. Oysaki ben o zamanlar yaşamıyormuşum.
Ben UİD-DER’le yeniden doğdum. Kendimi misafir değil de ev sahibi olarak hissettiğimden beri gururla taşıdığım kimliktir UİD-DER. Artık çok önemli kiminle konuştuğum, ne konuştuğum. Çünkü “ben” yokum, “biz” varız, UİD-DER var. Bin kere düşünüp bir kere konuşmam, ince elleyip sık dokumam gerek. Çürümüş, kokuşmuş her yerinden pislik saçan sistemin içindeyiz. Ancak UİD-DER’de mücadele eden biri olduğumu ve UİD-DER’e yakışır şekilde davranmam gerektiğini unutmadığım sürece yaşayabilirim. Bugün öyle yaşıyorum, öyle nefes alabiliyorum. İyi ki varsın UİD-DER!