
Ben Arel Üniversitesi Sefaköy yerleşkesinden bir öğrenciyim. 23 Ekimde gece saatlerinde üniversitenin yanındaki hafriyat alanında istinat duvarının çökmesiyle birlikte üniversite binamızın büyük bir bölümü yıkıldı. Olayı duyduktan sonraki tek tesellim herhangi bir can kaybı yaşanmaması oldu.
Bu yıkımın hafta içi öğrenciler içindeyken gerçekleşebileceği ihtimalini düşünmek bile istemiyorum. Çünkü okulda dört bin kişiyiz ve böyle bir tehlike anında kontrollü bir tahliye imkânsız. Benim ne hissettiğimi soracak olursanız; okul üzerime yıkılmış gibi hissediyorum. Çünkü o bina yıkılırken aslında yıkılan bir “bina” değildi sadece. Dört bin kişinin hayalleri, emekleri, umutları da yıkıldı. Olan yine her zamanki gibi biz gençlere oldu. Okulumun yıkılma anlarını arkadaşlarımın gönderdikleri videolardan takip ettim. Görüntüler dehşet vericiydi.
Aslında tehlike yine “geliyorum” dedi. Biz okulda ders işlediğimiz saatlerde de inşaat nedeniyle yoğun sesler ve sallantılar oluyordu. Öyle ki sesten ve korkumuzdan camları açmıyorduk. İçten içe bu günün geleceğini biliyor ve hissediyorduk. Tıpkı Amasra’da madende hayatını kaybetmeden önce içeride yoğun gaz olduğunu söyleyen madenciler gibi… Orada da alınabilecek önlemler maliyet olarak görülüp alınmadığı için insanlarımız göz göre göre ölüme gönderildi. Eğer üniversitedeki yıkım gündüz saatlerinde olsaydı bu kez büyük ihtimalle bizler canımızdan olacaktık.
Bugün önlem almayı maliyet olarak görenler insanların hayatını hiçe sayan patronlar sınıfıdır. Bu yıkımın da sorumluları her yere pıtrak gibi üniversite diken iktidar ve sermaye sahipleridir. İnşaatları kontrolsüz ve denetimsiz yapanlar, buna göz yumanlardır. Biz gençler olarak işyerlerinde, madenlerde, inşaatlarda, okullarda güvenlik önlemlerinin alınmasını istiyoruz. Artık ölümlere tahammül edemiyoruz, etmeyeceğiz. Bu ölümlere ve böylesi koşullara son verecek olan da bizim örgütlü mücadelemizdir.