Amasra’da gerçekleşen madenci katliamı güçlü birliklere, örgütlülüğe ekmek kadar, su kadar ihtiyacımız olduğunu bir kez daha açığa çıkardı. İşçi sınıfının güçlü birlikleri olsaydı, işçiler siyaset sahnesinde olabilseydi, çalışma koşulları üzerinde söz hakları olabilseydi bu katliam yaşanır mıydı? Bunun üzerine hepimiz düşünelim.
Bir madencinin ablası katliamın gerçekleştiği maden sahasında bizzat Erdoğan’a; “Kardeşim 10 gün önce ‘burada gaz kaçağı var bizi patlatacaklar’ demiş. Nasıl ihmal oldu?” diye soruyor. Başka bir işçinin annesi “madem gaz var gitme oğlum” diyor ama işçi “anne sen mi vereceksin paramı” diyerek bile bile ölüme gidiyor çaresizlikten... Herkes patlama riskinin farkında ama “biz bu koşullarda madene inmeyiz, çalışmayız” diyerek duruma müdahale edemediler. Çünkü örgütsüz işçi çıkışsızdır, çaresizdir. Çalışma koşullarına itiraz edip işi durdurduğunda işinden, ekmeğinden olmaktan korkar. Oysa sınıf bilincine, güçlü bir birlikteliğe sahip olan işçiler, her olaya kendi sınıf penceresinden bakar ve en önemlisi örgütlü olmaktan aldığı güçle harekete geçer, itiraz eder. Mesela işçiler örgütlü olsalardı, 2013’te sekiz işçinin yaşamını yitirmesine neden olan Kozlu maden faciasının baş sorumlusu olarak yargılanan Kâzım Eroğlu’nun para cezasıyla paçayı sıyırmasına, üstelik terfi ettirilmesine izin verirler miydi? Bugün TTK’nın Genel Müdürü koltuğunda oturan Eroğlu’nun, gerçek anlamda cezalandırılması için siyasi iktidara basınç bindirir, hesap sorarlardı. İşte o zaman işçiler siyaset sahnesine çıkmış olurlardı ve Amasra katliamına yol açan iktidarın umursamazlığına, vurdumduymazlığına göz yummazlardı.
Sınıf uzlaşmacı sendika bürokratları da karşılarında işçileri bir güç olarak görmeyince pervasızlıkta sınır tanımıyorlar. Maden faciasından kısa bir süre önce yapılan başkanlık seçimlerini kazanan ve başkanlığını davul zurnayla, köçek oynatarak kutlayan Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) Başkanı, facianın ardından “Kimse provokatif eylemlere girmesin. Çizgimiz, yapacağımız, yaptığımız işler belli” demişti. Burada utanmazlık ve pişkinlik var. Bu adam sırtını iktidara yaslıyor ve işçinin sırtından geçiniyor. Maden ocağı cayır cayır yanarken, facianın sorumlularına dair en ufak bir açıklaması yok bu adamın. İtiraz edenlere tehditler savurup “en yakın zamanda bütün riskler ortadan kaldırıldıktan sonra ocaklarımız tekrar üretime başlayacaktır” diyebilen GMİS başkanı, ibretlik açıklamalarıyla işçilerin değil sermayenin ve rejimin sözcüsü olduğunu bir kez daha tescillemiş oldu. İktidar yalakası, ruhunu sermaye sınıfına satmış bu tip sendika bürokratlarından katledilen işçilerin hesabını sormalarını beklemiyoruz elbette.
Ailelerin ocağına ateş düşürenlerden hesap sormak ve böylesi kahredici acıların önüne geçmek için işçi sınıfının kendi örgütlerinde bir araya gelerek mücadele etmekten, örgütlü bir güç olmaktan başka seçeneği yok.