
DİSK, KESK, TTB, TMMOB ve TDB 11-12 Kasımda 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 10. yılında Ankara’da bir sempozyum düzenlediler. Bir grup UİD-DER’li iş güvenliği uzmanı olarak biz de sempozyumu takip ettik. Sempozyumda işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında yaşanan sorunlar ve çözüm önerileri sendikacılar ve çeşitli sektörlerden konuyla ilgili uzmanlar tarafından değerlendirildi.
Sempozyumun açılış konuşmasını yapan TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz Türkiye’deki durumu özetleyen şu sözlere yer verdi: “Türkiye, güncel verilere göre iş kazalarında en fazla insanın yaşamını yitirdiği ülkeler arasında Avrupa’da ilk sırada yer alıyor. Yeterli önlemler alınmadığı için kazalar ve ölümler her yıl artıyor. Bu durum mevcut yasal düzenlemelerin iş kazalarını ve ölümlerini önlemekteki yetersizliğinin, ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda köklü ve yapısal sorunlar olduğunun en açık göstergesidir. Hepimiz biliyoruz; iş kazaları ve meslek hastalıklarının temelinde, sermayenin azami kâr hırsı ve emek aleyhine politikalar yatmaktadır. Ağır çalışma koşulları, kayıt dışı istihdam, taşeronlaştırma, özelleştirme, sendikasızlaştırma, denetimsizleştirme ve esnek istihdam politikaları iş kazaları ve meslek hastalıklarının sayısının artmasının asli nedenleridir. Bu gerçekliğe karşın, mevcut yasal çerçeve işçiyi korumak, iş güvenliğini sağlamak ve meslek hastalıklarını önlemekten çok sermaye kesimlerinin çıkarlarını gözeten konumda bulunmaktadır.”
Hem sempozyumda uzmanlardan dinlediklerimiz hem de sahada kendi yaşadıklarımız çerçevesinde biz de 6331 sayılı kanunun 10. yılında gelinen durumu değerlendirmek isteriz. Siyasi iktidar kanunun amacının iş kazalarını ortadan kaldırmak olduğunu söylemişti. Ama gelinen aşamada iş kazaları ne bitti ne azaldı. Tam tersine daha da arttı. Yasa çıktıktan sonra geçen 10 yılda toplam 18 bin işçi iş cinayetine kurban gitti. Buradan da anlaşılacağı üzere çıkarılan kanunun biz emekçilere hiçbir faydası olmamıştır. Ayrıca 50’den az işçi çalıştırılan az tehlikeli işyerleri ile kamuya ait işyerlerinde iş güvenliği uzmanı ve hekim görevlendirme zorunluluğu sürekli ertelenmektedir. AKP iktidara geldiğinden bugüne 30 bin 224 işçi, 2022 yılının sadece ilk 10 ayında 1521 işçi iş cinayetine kurban gitti. İş cinayetlerinde ölenlerin en az beş katı kadarı meslek hastalıklarında hayatını kaybediyor.
isig_uzmani.webp [2]

6331 sayılı kanunun özellikle madenlerde iş kazalarının ve cinayetlerin önlenmesine yönelik çıkarıldığı söylemi bir aldatmacadır. Çünkü bu süre zarfında Soma, Ermenek, Kozlu, Şirvan ve daha nice maden ocağında işçi katliamları yaşanmıştır. Bunun en yakın ve çarpıcı örneği de Amasra Maden Ocağındaki katliamdır. Bu katliamda 42 canımızı kaybettik.
Bu kanunla birlikte iş sağlığı ve güvenliği işinin yürütülmesi OSGB (Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimi) denilen şirketlere verilerek taşeronlaştırıldı. 2013 yılından itibaren OSGB’ler iş sağlığı ve güvenliği hizmeti vermeye başladılar. OSGB’lere bağlı çalışan iş güvenliği uzmanlarının, işyeri hekimlerinin ve diğer sağlık personelinin de hem ücretleri düştü hem de çalışma koşulları ağırlaştı. Bir iş güvenliği uzmanının bir ayda 35-40 firmaya bakması isteniyor. İşyerinde kaza yaşandığında ise hizmet veren OSGB’lerin hiçbir sorumluluğu olmuyor. Kazalarda sorumlu tutulanlar sadece iş güvenliği uzmanları oluyor. Yasaya göre iş güvenliği uzmanlarının görevi sahada ortam gözetimi yapmak ve işverene tavsiyelerde bulunmaktır. İşyerinde hayati tehlike olması ve işin acil durdurmayı gerektirmesi durumunda işin durdurulması için işverene başvurması gerekmektedir. İşverenler işi durdurmaz ise işverenleri Çalışma Bakanlığı’na bildirmesi gerekiyor. İşten atılma korkusuyla iş güvenliği uzmanları bildirimde bulunamıyor. İşyerlerinde iş güvenliğini sağlama konusunda gerçek anlamda denetim ve yaptırım yetkisi olmayan iş güvenliği uzmanları işyerlerini bakanlığa bildirmediği gerekçesiyle çoğu kez hapse tıkılıyor. Sakarya Hendek’teki havai fişek fabrikasında meydana gelen patlamada iş güvenliği uzmanı Aslı Bozkurt’a 6 yıl hapis cezası verilmişti. 29 Nisanda Tuzla’da bir boya fabrikasında meydana gelen patlamadan sonra açılan davada da işyerinde görevli olan iş güvenliği uzmanı tutuklu yargılanıyor.
Bizler de OSGB’ye bağlı iş güvenliği uzmanları olarak çalışıyoruz. Yasadaki eksiklik ve yetersizliklerden doğan sıkıntıları, çelişkileri iliklerimize kadar yaşıyoruz. Mesleğimizi söylediğimiz insanlardan “sizin meslek değerli ama riski çok, hapse atılırsınız” sözlerini duyuyoruz. Maliyet olarak gördüğü için iş güvenliği önlemlerini almayan, iş güvenliği uzmanının uyarılarını dikkate almayan patronlarken biz niye günah keçisi oluyoruz?
İş cinayetleri kadar meslek hastalıkları konusu da bir o kadar yakıcı bir sorundur. Ülkemizde meslek hastalıkları konusu buz dağının görünmeyen kısmı. Meslek hastalıklarının tespit edilmesi ve araştırılması konusunda yeterli kaynak ayrılmıyor, hiçbir adım atılmıyor. Ülke genelinde yalnızca 3 tane meslek hastalıkları hastanesi var ve bunların donanımı ve uzman personel sayısı son derece yetersiz. Dünyada tanımlanmış 40 bin çeşit meslek hastalığı var. Türkiye’de bunların yaklaşık 500 tanesi tanımlanmıştır. Çalışırken meslek hastalığına yakalanmamıza, ölmemize neden olan patronlar ve onların işbirlikçisi siyasi iktidar işten kaynaklı çalışamaz duruma geldiğimizde de bizi sorunlarımızla baş başa, yalnız ve çaresiz bırakıyor. İşverenin ödediği iş kazası ve meslek hastalığı sigortası prim oranı işyerinin tehlike sınıfına göre yüzde 1 ile yüzde 6,5 arasında değişiyordu. Örneğin madencilik en tehlikeli iş kollarından olduğu için prim oranı yüzde 6,5’ti. Ancak bu oran 2013 yılında yapılan kanun değişikliğiyle tehlike sınıfına bakılmaksızın bütün işyerleri için yüzde 2 olacak şekilde düşürüldü. Diğer taraftan işçilerin meslek hastalığı ya da iş kazası nedeniyle sürekli iş göremezlik ödeneği almaları zorlaştırıldı.
Yoğun bir ekonomik krizden ve görülmemiş bir yoksulluk sürecinden geçiyoruz. Her geçen gün yeni sorunlar karşımıza dikiliveriyor. Haliyle işçiler ve emekçiler olarak geçim derdinden başka bir şeyi düşünemez olduk. Yapılan bir anket çalışmasında işçilere işyerinde önceliklerinin ne olduğu sorulmuş. Çalışanların çok az bir kısmı iş sağlığı ve güvenliğinin öncelikli olduğunu, birçoğu ise önceliğinin ücret olduğunu söylemiş. Çalıştığımız yerlerde bunun sayısız örneklerini görüyoruz. Yevmiyesini çıkarmak, evine ekmek götürmek için her türlü tehlikeli işi yapan işçiler oluyor. Bu işçi arkadaşlarımızı uyardığımızda genellikle bir şey değişmiyor. Ama söz konusu cezai işlem olduğunda tehlikeli durum ve davranışlardan hemen kaçınıldığını görebiliyoruz. İnsanlar evlerine ekmek götürebilmek için canlarını hiçe sayabiliyor. Akşam eve ekmek götürme kaygısını bilenler bunun nedenini de anlar. İşçi sağlığı ve güvenliği alanındaki devasa sorunlar göstermelik, kâğıt üzerinde kalan yasalarla çözülmez. İşçi sınıfı, örgütleri aracılığıyla söz ve yetki sahibi olabildiği oranda işyerleri güvenli alanlar olabilir ancak. Elbette bu düzen böyle devam etmeyecek. İşçi sınıfı er ya da geç sendikal ve siyasal örgütlülüğünü güçlendirecektir!