Ben metal sektöründe çalışan bir işçiyim. Çalıştığım fabrikada, Ağustos ayına kadar işçi alımı yapılıyordu. Fakat kısa bir süre önce sözleşmesi yenilenmemiş, işe yeni giren 40 kadar işçi arkadaşımız kriz gerekçesiyle işten çıkarıldı. Bu süre boyunca düşük ücretlerle çalıştırılan işçi arkadaşlarımızın birçoğu çıkarıldıklarını vardiya sonu öğrendikleri için, çalışmaya devam eden arkadaşlarıyla dahi vedalaşamadan fabrikadan ayrıldılar.
“Kriz var. Esnek çalışmak zorunda kalıyoruz. Bakın birçok fabrika kapanıyor, işçiler işten çıkarılıyor. Bizim amacımız kimsenin işinden olmaması, bu yüzden hepimiz fedakârlık yapmalıyız” diyen işveren ve sendika temsilcileri, bütün ikiyüzlülüklerini 40 işçiyi işsiz bırakarak göstermiş oldu.
Biz işçilere sahip çıkmak ve haklarımızı korumak için burada olduklarını söyleyen işbirlikçi sendikacılar ise (tüm bu olanlara sessiz kalması bir kenara) birçok arkadaşımızı, kendi istekleriyle işten çıkmaları için teşvik ediyor. Ne acıdır ki, ihbar tazminatlarından yırtan işverenin işine gelen bu durumu, bizim iyiliğimiz içinmiş gibi göstermek sendika bürokratlarının işi haline gelmiş durumda. Oysa yaşadığımız ve gördüğümüz gerçekler, gözlerimizin içine baka baka söylenenlerin birer yalandan ibaret olduğunu bizlere anlatıyor.
Görüyoruz evet! Gerçekler ortada. Ve bütün bu gerçekler karşısında söylenecek tek söz var: “Gücümüz, birliğimizden gelir.” İşte bu söz, bugün bizler için daha da bir anlam kazanıyor. Patronların kirli hesaplarına ve çıkarlarına ortak olmamak için sendikalarımızı “öz örgütlerimiz” haline getirmek için mücadele etmeliyiz. Ancak bu şekilde krizin faturasını gerçek sahiplerine, yani patronlar sınıfına ödetiriz.