
Günlük yaşamımızda duyduğumuz “fildişi kule” deyimi, güncel konulardan kaçıp uzak durmayı anlatır. Aynı zamanda en bilinen anlamıyla kendini toplumdan soyutlamış, münzevi bir hayat sürdüren insanlar için kullanılan bir deyim. Geçtiğimiz haftalarda bizlere bu deyimi hatırlatan konuşmalara şahit olduk. Radyo Sputnik’te “Anlat Bana” programına katılan Dilek Sabancı, sunucunun “Bir insanın rahat yaşayabilmesi için ne kadar para gerekli?” sorusuna verdiği yanıt ve aldığı eleştirilere karşı yaptığı savunma konuşmasıyla yoksulluk çukurunda yaşayan milyonlara adeta fildişi kulelerinden seslendi.
Türkiye’nin sayılı zenginlerinden olan Sabancı’nın, soruya verdiği yanıt “50-100 milyon dolarla rahat rahat yaşar.” şeklindeydi. Yanlış duymadınız milyon dolarlardan bahsediyor. Asgari ücretin açlık sınırı seviyesinde olan bir ülkede bu tarz söylemlere ilk defa şahit olmuyoruz elbette. Erdoğan’ın şifa niyetine manda yoğurdu, kestane balı, Medine hurmasıyla yulaf ezmesi tarifi, Emine Erdoğan’ın tasarruf için kurutulmuş mango tavsiyeleri, yine Cumhur İttifakı’ndan Mustafa Destici’nin vatandaşa tasarruf önerisi olarak “Et almıyorum kuzu kestiriyorum” demesi… Tarihi geriye sararsak Fransız Kraliçesi Marie Antoinette’in “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” sözleri egemen sınıfın ortaklaşan zihin dünyasını yansıtıyor. Zaman değişiyor, kişiler değişiyor ama sınıfsal söylemleri aynı!
Tüm zenginlikleri üreten işçi sınıfının evlatları olarak oturup düşünelim. Verdikleri tariflerin, öğütlerin ne kadarını hayata geçirebiliyoruz? Sabancı’nın ağzından çıkan miktarı düşünelim. Basit bir hesapla bugünün asgari ücretli bir işçisinin o parayı görebilmesi için hiç harcama yapmadan binlerce yıl çalışması gerekir. Yani ölümsüzlük iksiri diye bir şey icat edilmediğine göre bu mümkün değil. Fakat biz onların ağızlarından çıkan bu devasa servetleri bizzat yaratan işçileriz. Patronlar sınıfı bizim sırtımızdan kazandıklarıyla bu kadar servet birikimi yapabiliyorlar. Bizse bugün yoksulluk çukurunda yaşamaya çalışıyoruz. İşte çelişki tam da buradadır. Bizi sefalete mahkûm edenler adeta fildişi kulelerinde, toplumun yaşadığı sorunlara karşı körleşmiş ve bu sorunlardan kendilerini soyutlayarak yaşıyorlar ve konuşuyorlar. Örneğin evine ekmek götüremeyen emekçilere, bu durumu abartılı bulduğunu söyleyen bir iktidar halktan kopuk değil de nedir?
Onlar elbette kendi sınıflarının beyniyle düşünüyor ve kendi sınıflarının diliyle konuşuyorlar. Peki ya biz? Bizim de sınıfımız ve safımız belli. Biz milyonlarca işçi ve emekçiyiz. Bilmeliyiz ki bizi sömürerek milyon dolarlar kazanan asalakların yaptığı şey aklımızla dalga geçmektir. Gözü doymaz patronlar sınıfına vereceğimiz tek ders kendi sınıfımızın diliyle konuşmak, işçi sınıfının saflarında örgütlü mücadeleye katılmaktır. Aklımızla dalga geçenlere karşı tek yumruk olmaktan başka çaremiz yok!