Türkiye’de hızla yükselen enflasyon karşısında emekçilerin alım gücü iyice eridi. TÜİK’in resmi enflasyonu ile gerçek enflasyon arasında uçurum olduğu için ve ücret artışları resmi enflasyon veri alınarak yapıldığı için, yapılan zamlar reel ücretlerdeki keskin erimeyi durduramadı. Gerçek bu olmasına ve yapılan zamlar kayıpları dahi telafi etmemesine rağmen, kendisine ekonomi uzmanı diyen aklıevveller sahaya iniverdiler ve başladılar 200 yıldır bitmeyen teraneyi okumaya: Ücretler artarsa enflasyon artar!
Örneğin bir iktisat profesörü asgari ücretin artmasının enflasyonu arttıracağı savını verdiği bir röportajda şöyle açıklıyor: “Asgari ücrete zam yapalım talep artsın, faizleri düşürelim talep artsın, devlet birilerine para versin talep artsın. Bu sadece enflasyonu arttırır.” Asgari ücret ne kadar yükselirse, asgari ücret artışına dair yapılan tartışmaların periyotlarının o kadar kısalacağını söyleyen bu profesör, “Allah korusun ileride ayda bir bu tartışmaları yapmaya başlayacağız” diye de ekliyor. Bir başka ekonomi profesörü ise asgari ücrete ne kadar zam yapılırsa yapılsın bir işe yaramayacağını söyleyerek iktidarı eleştiriyor. Sözde eleştirel olan bu yaklaşımdan çıkan sonuç şudur: Asgari ücret ne kadar artarsa artsın enflasyondaki yükseliş asgari ücreti eriteceği için ücretlerin artmasını istemek gereksizdir!
Daha ücretler artmamışken enflasyonun alıp başını gittiği bir ülkede sanki enflasyonun sorumlusu asgari ücret artışıymış gibi bir yaklaşım ortaya koymak emek düşmanlığıdır. Gerçekte enflasyonu arttıran şey ücretlerdeki artış değildir, tersine ücretlerin sayısal/nominal olarak artmasına yol açan şey enflasyondaki yükseliştir. Üstelik yüksek gibi görünen artışa rağmen işçilerin alım gücü düşmektedir. Tüm ürünlerin fiyatları artarken ücretlerin de aynı doğrultuda artmaması reel ücretlerin düşmesine ve işgücü maliyetinin ucuzlamasına yol açar. Böylece sermayenin kârı katlanır. Tüm dünyada ve Türkiye’de olan da budur. Ayrıca patronlar teşvik, indirim vb. adı altında iktidar tarafından sürekli desteklenmekte, işgücü maliyetleri daha da aşağı çekilmektedir. 8500 lira olarak belirlenen asgari ücretin 1352 lirası işçinin ödediği gelir ve damga vergisinden oluşmaktadır. Patronlara verilen SGK prim desteği ise 100 liradan 400 liraya çıkarılarak Haziran ayına kadar uzatılmıştır.
Bir iktisat profesörü Türkiye’de işgücü maliyetlerinin ne kadar aşağı çekildiğini, öyle ki ülkenin bir asgari ücretliler ülkesi haline geldiğini, sermayenin elde ettiği yüksek kâr oranlarını bilmiyor olabilir mi? İşçilerin milli gelirden aldığı toplam pay hızla düşerken sermayenin payının arttığını bilmiyor olabilir mi? Tüm dünyada trilyonlarca dolar basıldığını, enerji, hammadde ve gıda fiyatlarındaki artışın enflasyonu tetiklediğini, Türkiye özelinde ise rejimin izlediği ekonomi politikalarının dünya ortalamasının çok üzerinde bir enflasyona yol açtığını bilmiyor olabilir mi? Elbette bilir, ama böylelerinin görevi işçiden değil sermayeden yana düşünce oluşturmaktır. Bunların derdi sermayeyi kollamak ve acı reçeteyi işçiye yutturmaktır!
Ücretlerin enflasyonu artıracağı yalanı, 1800’lü yıllara kadar uzanır. O zamanlar da kimileri, işçi ücretlerindeki artışın ürünlerin fiyatlarını artıracağını ve ücret mücadelesinin anlamsız olduğunu savunuyorlardı. İşçi sınıfının önderleri ise konuyu bilimsel temelde açıklayarak şöyle diyorlardı: Ücretlerdeki genel bir yükseliş olsa olsa kâr oranında bir düşüşe yol açar. Ama kâr oranlarının düşmesi işçilerin değil patronların sorunudur!
İşçi sınıfı zaman içinde sendikal mücadeleyi büyüterek, ücretlerini yükselterek ve pek çok sosyal hak elde ederek, ruhunu sermayeye satmış iktisatçıların ipliğini pazara çıkarmıştır. Ama kapitalizm öyle bir sistemdir ki aklıevvel iktisatçılar türü hiç bitmez. Çünkü işçilerin kafasını karıştıracak böyle “uzmanlara” sermayenin her daim ihtiyacı vardır. Muhalif olsun olmasın bu ekonomistler, bu sömürü düzeninin sürmesi gerektiği ön kabulüyle hareket ederler. Enflasyonu, ücretleri, emeklilik hakkını, ekonomik krizi bu ön kabul üzerinden açıklarlar. Bu düzenden hiçbir çıkarı olmayan, patronların kârı uğruna sömürülen, yoksullaşan emekçilerin de onlar gibi düşünmesini isterler. İşçiler, sermayenin gözlüklerini takarak dünyaya bakmayı öğütleyen bu “uzmanların” tuzağına düşmemeli, yüzlerini kendi sınıf örgütlerine dönmelidirler.