Depremin büyük felakete dönüşmesinin ardından emekçi dayanışması büyürken, muktedirlerin cephesinde skandal üstüne skandal yaşanıyor. Ardı arkası kesilmeyen skandalların sonuncusu bir yardım kuruluşu olması gereken Kızılay’dan geldi. Kızılay’ın deprem sonrası çadır ve gıda sattığı ortaya çıktı.
Gazeteci Murat Ağırel’in haberine göre Kızılay, depremin ilk günlerinde AHBAP Derneği’ne 46 milyon lira tutarında çadır sattı. AHBAP haberi doğrularken, Türkiye Eczacılar Birliği de tanesi yaklaşık 140 bin liradan beş adet çadırı Kızılay’dan satın aldıklarını duyurdu. AHBAP Başkanı Haluk Levent, Kızılay’dan depremzedeler için sadece çadır değil gıda da satın aldıklarını söyledi. Tepkilerin büyümesi ve gelen istifa çağrıları üzerine Kızılay Başkanı Kerem Kınık nice “başarılara” imza attığını söyleyerek istifa etmeyeceğini açıkladı. Böylece rejim temsilcilerinin arsızlıkta sınır tanımayacaklarını cümle âlem bir kez daha gördü.
Elbette depremle birlikte ortaya çıkan ve rejimin çürümüşlüğünü açıkça ortaya seren tabloda Kızılay skandalının anlattığı çok şey var. Bu skandal her şeyden önce ülkeyi şirket gibi yönetenlerin tüm kamu kurumlarını nasıl holdinglere dönüştürdüğünün son örneğidir. Halka hizmet ettiklerini iddia edenlerin, emekçiler can derdine düşmüşken para peşinde koştukları bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bir yardım kuruluşu olan Kızılay da rejimin diğer bütün kamu kurumları gibi, devasa kârların döndüğü bir yağma üssüne dönüşmüştür.
Tek adam rejimiyle beraber ülkede kamu hizmeti dibe vurmuştur. Tüm devlet kurumları ve bu kurumlar bünyesindeki kuruluşlar, yandaşlar başta olmak üzere açgözlü sermayedarların ve hırslı bürokratların arpalıklarına dönüştürülmüştür. Buralarda “yardım”, “gönüllü hizmet” adı altında yapılan faaliyetlerin arkasında devasa bir yağma ve rant düzeni vardır. Bu düzen emekçileri yıkıma sürüklerken, sermaye sınıfı ve iktidar kadroları için yepyeni vurgun kapıları açmıştır. 6 Şubat, bu düzenin aramızdan kopardığı on binlerce canımızın acısı kadar, yağma ve rant düzeninin ortaya saçılan pislikleriyle de tarihe kazınacaktır.
Kızılay kendini “kâr amacı gütmeyen, yardım hizmetleri karşılıksız olan ve kamu yararına çalışan gönüllü bir kuruluş” olarak tanımlıyor. Bugünkü durumda koca bir yalandır bu. Depolarında hazır bulunan çadır ve gıda gibi acil yardım malzemelerini bile deprem bölgesine göndermeyen, emekçileri bir başına bırakan bu Kızılay mı yardım kuruluşu? Bu akıl ve vicdan yoksunları emekçileri aptal sanıyorlar. Oysa tüm emekçiler yapılan yardımların nerelere gittiğini ve gitmediğini yaşayarak görüyor ve öğreniyor. Emekçiler enkazın altında sevdiklerini tırnaklarıyla çıkarmaya çalışırken, işçi çocukları kumbaralarındaki paraları deprem bölgesine bağışlarken; tek adam rejiminin Kızılay’ı çadır ve gıda pazarlığına girişmekten zerre utanç duymadı. Bu mu toplum yararına çalışan gönüllü kuruluş?
Tek adam rejimi altındaki Kızılay bir hayır kurumu değil bir kapitalist şirkettir. İçişleri Bakanlığı’nın denetimine bağlı olan kurum şu anda en az 11 şirket, onlarca Genel Müdür ve CEO ile devasa bir holdingdir. 30 Kasım 2018’de 100 milyon TL sermaye ile Türkiye Kızılay Derneği tarafından kurulan Kızılay Yatırım Holding A.Ş bünyesinde Kızılay İçecek, Kızılay Sosyal Danışmanlık, Kızılay Portföy, Kızılay Sağlık, Kızılay Çadır & Tekstil, Kızılay Kültür & Sanat, Kızılay Sistem Yapı, Kızılay Bakım, Kızılay Lojistik gibi onlarca şirket var. Bunların her biri devasa servetler devşirilen kapitalist işletmelerdir.
Örneğin utanmazca istifa etmeyeceğini söyleyebilen zat, Kızılay bünyesindeki bu şirketlerden her ay “huzur hakkı” adı altında ayrı ayrı yüklü maaşlar aldığını söylemiyor. Bu miktarın aylık en az 200 bin liraya dayandığını düşündüğümüzde nasıl bir yağmanın içinde yüzdüklerini varın siz hesap edin. Genç Kızılay adlı topluluğun başında Kızılay Başkanının pek “hayırsever” oğlunun olduğunu Elazığ depreminden sonra öğrenmiştik! Bu skandalla birlikte ise aynı kişinin kızının 10 ay önce “uzman yardımcısı” olarak Yeşilay’da göreve başladığı ortaya çıktı. Bu kuruluşların isimleri ve rengi farklı ama yağmanın rengi de adı da aynı. Tek adam rejimi ülkeyi sadece şirkete çevirmekle kalmamış, her bir kurum aynı zamanda aile şirketine dönüştürülmüş durumda! İşte tek adam rejiminin “Büyük Türkiye”si!
Erdoğan, 15 Mart 2015’te şöyle diyordu: “Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir.” Bir kapitalist şirketin tüm önceliği daha fazla kâr elde etmek, sermayesini büyütmektir. Oysa devlet kurumlarının kâr elde etmesi değil, topluma kamu hizmeti sağlaması beklenir. Bir holdinge dönüştürülen Kızılay’ın halkın yardımına koşmayıp fahiş fiyatla çadır satması, şirket gibi yönetmenin sonucudur. Nitekim Kızılay’ın resmi internet sitesinde yer alan mali tablolar, kurumun milyarlarca liralık bütçesini ortaya koyuyor. Buna göre 2017 yılında 3 milyar 150 milyon lira gelir elde eden Kızılay, 2021 yılında gelirini neredeyse iki katına çıkartarak 7 milyar 935 milyona liraya yükseltti.
Kızılay skandalı, bu yağma ve rant düzeninin kaçınılmaz sonuçlarından sadece bir tanesidir. Dediğimiz gibi her bir kamu kurumu böylesi yüzlerce yağma operasyonuyla çürütüldü, kamu hizmeti vasfından eser bile kalmadı. Devlet kurumlarının yerini yolsuzluklarla, kayırmalarla, türlü pisliklerle dolu dev holdingler aldı. Tek adam rejiminin kurulması ve her türlü frenleyici mekanizmanın kalkmasıyla gelişmiş kadrolar tasfiye edildi, kamu hizmetleri niteliksizleşti, devlet kurumlarının içi boşaltıldı. Tümüyle zengin olmaya, yağmadan ve ranttan pay kapmaya odaklı hareket tarzı korkunç bir umursamazlık ve vurdumduymazlık yarattı. Deprem ve sonrasında gelişen olaylar bir kez daha gösterdi ki emekçiler için en büyük tehdit kapitalist yağma düzeni ve tek adam rejimidir.