
Türkiye, tarihinin en büyük depremini yaşadı ve iktidar yine sınıfta kaldı. Yıkılan 11 şehre ve enkaz altında kalan insanlara günlerce yardım elini uzatmadı devlet. Ama sürekli televizyonlarda “müdahale ettik, herkese ulaştık” diye reklam yaptılar. Eleştiriler karşısında ise ağızlarını bozarak, küfredip aşağılayarak kin ve nefret saçmaktan geri durmadılar.
UİD-DER depremin ilk gününden itibaren, depremzedelerle dayanışma kampanyası organize etti. Ben de deprem bölgesine gitmek, dayanışma çalışmalarına destek olmak için gönüllü oldum. Hatay’ın Samandağ ilçesine gittik. Sözde depremden çok etkilenmeyen bir bölge olarak gösterilen ilçeye. Ama ilçeye girer girmez bunun koca bir yalan olduğunu gözlerimizle gördük. İlk göze çarpan şey yıkılmış ve yan yatmış binalardı. Sanki savaş bölgesine giriş yapmış gibiydik. Hayatımda ilk defa böyle bir manzarayla karşılaştım ve çok etkilendim.
Sokaklarda yardım için gönderilen eşyalar, yiyecekler ortalığa saçılmış ve tam bir çöp yığını haline gelmişti. Bölgede AFAD, Kızılay ya da devlet adına kimse yoktu. Şehir kendi kaderine terk edilmiş gibiydi. 10 dakika uzaklıkta olan UİD-DER Dayanışma Merkezine, yıkılan binalar nedeniyle aracımızı bırakıp yürüyerek gittik. İnsanların yıllarca çalışıp emek verip aldıkları evlerinin enkazlarının üzerine basıp geçtik ve bu durum beni çok etkiledi, çok düşündürdü. Enkazlarda doğru düzgün arama kurtarma çalışması yapılmamıştı. Enkaz altında birçok can kurtarılmayı beklemişti ama seslerini duyuramamışlardı. Devlet o kadar pasif ve yetersiz kalmıştı ki hiçbir şey doğru gitmemişti, gitmiyordu.
Çok büyük bir yıkıma, felakete dönüşen böyle bir manzarada, kaybedilecek bir saniye bile olmamalıdır. Depremzedelerin en temel ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Ama siyasi iktidar kılını bile kıpırdatmadı. Oyaladı, zamana yaydı, insanları kendi kaderine terk etti. Depremzedelerin koşulları giderek daha zor bir hal almaya başladı. Günlerce elektrik, su verilmedi. En basit tuvalet sorununu bile devlet çözmedi. Tüm bunlar salgın hastalıklar sorununun baş göstermesine neden oldu.
Deprem bölgesinde her gün, her an başka bir duygu yaşıyor, yeni bir olaya şahit oluyordum. İnsanların hikâyelerini dinleyerek, acılarını paylaşarak, yaralarını sararak dayanışma içinde olduğumuzu gösteriyorduk. Örgütlü yaşamanın ne kadar kıymetli bir şey olduğunu bir kez daha yaşayarak görmüş oldum. Dayanışma için gittiğimiz şehirde, UİD-DER’in çeşitli temsilciliklerinden, sanayi bölgelerinde yürüttüğü çalışmalardan insanlar da vardı. Pek çok şehirden UİD-DER üyeleriyle de tanışma fırsatı buldum. Hayatımda ilk defa karşılaştığımız UİD-DER’lilerle aramızdaki bağlılık, samimiyet öyle bir noktadaydı ki sanki yıllardan beri birbirimizi tanıyor gibiydik. Bu durumun mücadele örgütümüzün çimentosundan, kültüründen kaynaklandığını görerek, örgütlü olmanın değerini çok net anladım.
Depremzede emekçilerin duygularını anlayan, onların ihtiyaçlarını karşılarken incitici olmayan, yardım değil dayanışma vurgusuyla yaklaşan çalışma tarzımız nedeniyle, bölgede yaşayan insanlarla aramızda sıkı bağlar oluşmaya başladı. Her birimizle dertleşiyorlardı ve bizim burada olmamızdan çok mutlu olduklarını dile getiriyorlardı. Günler geçiyordu ama ilçedeki durum değişmiyordu, her gün başka bir sorun dinliyorduk. Ama iktidar bu duruma karşı hiçbir önlem almıyordu. Devlet depremden etkilenen aileleri yalnız bıraktı. İlçede durumları düzeltmek için hiçbir planları yoktu. Sanki bu işin sorumluları kendileri değilmiş gibi insanlara hakaret etmeye, “kader planı”, “her şerde bir hayır” gibi sözlerle insanların aklıyla dalga geçmeye devam ettiler.
Deprem bölgesinin acı tablosu gün geçtikçe daha net ortaya çıkıyor ve yüreklerimizi biraz daha acıtıyordu. TV programlarında topladıkları paralarla, verdikleri saçma sapan ev sözleriyle depremzedeleri kandırmaya, “yağmacılar” propagandasıyla gündemi değiştirip, başka algılar yaratıp kendi sorumluluklarının üstünü kapatmaya çalışmaları da işe yaramadı. Depremden etkilenen emekçiler de biz de çok iyi biliyoruz ki bu yıkımın en büyük sorumlusu, görevini yerine getirmeyen, insanları büyük bir yolsuzlukla baş başa bırakan siyasi iktidardır.