Depremin üzerinden haftalar geçti ama ihmaller, keyfi tutumlar, umursamazlık, akıl almaz söylemler depremin sonuçlarını felakete çevirdi. Erdoğan depremin üçüncü gününde deprem bölgesine korumalarının da içinde bulunduğu upuzun bir konvoyla gitti. O konvoy yüzünden arama kurtarma ekiplerinin, ambulansların ve itfaiye ekiplerinin deprem bölgesine ulaşması gecikti. Bölgede yapılan açıklamada, “bunlar kader planının içerisinde olan şeyler” denildi. Onlara göre deprem de kader, madenlerdeki iş kazaları da kader, emekçilerin başına gelen tüm felaketler de kader!
Milyonlarca emekçinin evlerini inşa ederken malzemeden çalanları, insanların canını hiçe sayanları, kaçak katlar çıkanları, denetleme yapmayanları, “imar barışı” ilan edenleri okuyoruz haftalardır. Bütün bunların olduğu yerde kaderden bahsedebilir miyiz? Onların kader dediği felaketler neden hep emekçilerin başına geliyor? Bunlar sormamız gereken sorulardır. İnsanların kutsallarını, inançlarını istismar ederek, “kader, olacağı vardı, oldu” diyerek, “şehit oldular” diyerek bütün sorumluluklarından kaçmaya çalışıyorlar. Enkaz altından çıkmış işçilere, “sanayi bölgelerimizde bir sorun yok”, “yıkılan fabrika yok” diyebiliyorlar. En yukardan en aşağıya kadar sorumluluğu olan herkes suçludur. “Biz büyük ve güçlü Türkiye’yiz” diyerek yalan söylemeye, kendilerinden başka herkese ve her şeye karşı düşmanlığı büyütmeye devam ediyorlar. Biz de bir yandan yaşanan felaketlerin sorumlularını açıkça ortaya koymaya diğer yandan da depremzedelerin yaralarını sarmaya devam ediyoruz. “Kader, fıtrat” diyenlere karşı sözümüzü ve mücadelemizi büyütmek boynumuzun borcudur.