14 Mayıs seçimlerini geride bıraktık. Henüz kesin olmayan sonuçlara göre iktidarda bulunan Cumhur İttifakı Mecliste çoğunluğu elde etti, cumhurbaşkanının belirlenmesiyse 28 Mayıstaki ikinci tura kaldı. Fakat kesin olan bir şey var: 14 Mayısta hangi adaya, hangi parti ya da ittifaka oy vermiş olursak olalım işçi ve emekçiler olarak içinde bulunduğumuz durumdan hoşnut değiliz ve bizleri çok zor günlerin beklediğini hissediyoruz, biliyoruz. İşte bu nedenle 14 Mayıs’ta ortaya çıkan sayıların, oranların ötesine geçerek yaşadıklarımıza, olgulara, gelişmelere işçi sınıfımızın penceresinden bakabilmemiz büyük önem taşıyor. Çünkü bu pencereden baktığımızda işçi ve emekçiler olarak oy tercihlerimiz farklı olsa da aslında sorunlarımızın, kaygılarımızın, hoşnutsuzluğumuzun ortak olduğunu görebiliriz. Aramızdaki birlik ve dayanışmanın zayıf olması yüzünden nasıl tuzaklara düştüğümüzün, ne kadar ağır bedeller ödediğimizin, neden yapay ayrımları aşmamız gerektiğinin farkına varabiliriz. Asıl ihtiyacımızın bir kurtarıcı değil, aramızda yaratılan yapay ayrımları aşmak, birlik ve dayanışmamızı güçlendirmek, ortak sorunlarımıza birlikte çözüm aramak olduğunu kavrayabiliriz.
Siyasi iktidarın temsilcileri seçim sonuçlarının halkın iktidara olan teveccühünü ve güvenini yansıttığını, biraz daha sabredersek, onlara güvenip destek vermeyi sürdürürsek tüm sorunlarımızın çözüleceğini iddia ediyorlar. Yani derinleşip kriz boyutuna ulaşan sorunlarımızın kaynağı olanlar derdimize dermanın yine kendileri olduğunu söylüyor, oylarımız ve desteğimizle onları iktidarda tutmamızı istiyorlar.
Bugün, Cumhuriyet tarihinde ilk kez milli gelirin 7 yıl üst üste düşüş gösterdiği, ülke tarihinin en büyük yoksullaşma dalgasına maruz kaldığımız, hayat pahalılığı, enflasyon ve düşük ücretler altında ezildiğimiz bir Türkiye’de yaşıyoruz. Bu Türkiye’de işsizlik 8 milyon bandına dayandı, genç işsizliği 4 milyonu aştı. Emeklilik hakkımız, grev hakkımız, sendika ve örgütlenme özgürlüğümüz yok sayıldı. Pek çok ekonomik ve demokratik hakkımız törpülendi, ortadan kaldırıldı. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere her alanda niteliksizleşme yaşandı, kamu hizmetlerinin içi boşaltıldı. Güvencesizlik ve gelecek kaygısı iyice büyüdü, gençler çıkışsızlık ve depresyon çukuruna itildi. İşçi katliamları, kadın cinayetleri, seller, yangınlar yetmezmiş gibi son olarak deprem on binlerce can aldı, milyonlarca insanın yaşamını perişan etti. Toplum bu ağır sorunların altında nefes almaya çalışırken iktidar eliyle devlet kaynakları üzerinde muazzam bir yağma sürdürüldü. Başta iktidar çevreleri olmak üzere sermaye sınıfı zenginleştikçe zenginleşti. Adaletsizlik ve eşitsizlik öyle boyutlara ulaştı ki Türkiye’nin en zengin 13 kişisinin sahip olduğu zenginlik 44 milyon insanın toplam zenginliğini aştı!
Bu koşullarda biz işçi ve emekçilerin sorunlarına çözüm istememesi, bu sorunların kaynağında olan siyasi iktidara tepki duymaması, hoşnutsuzluğun büyümemesi, kendini bir şekilde dışa vurmaması düşünülebilir mi? Nitekim 6 Şubat depremlerinin ardından gelen süreçte toplumda oluşan ruh hali tam olarak böyleydi. İktidardaki Cumhur İttifakının ve Erdoğan’ın oy desteği azalırken toplumun çok çeşitli kesimlerinde “bu böyle gitmez” duygusu büyüyor, “artık yeter!”, “nefes almak istiyoruz!” haykırışları yükseliyordu. Ekonomik ve siyasi krizlerle birlikte emekçilerin büyüyen hoşnutsuzluğu da rejimin sıkışmışlığını arttırıyordu.
Fakat “tek adam rejimi” olarak adlandırılan bu şer ittifakı, bir kez daha örgütsüzlüğümüzü, dağınıklığımızı fırsat bildi. İktidarda kalmak için toplumdan yükselen “artık yeter” haykırışlarını yok sayma, bastırma, değişim arzusunu boğma yoluna başvurdu. Bir kez daha milliyetçiliği, halklar arasında kin ve nefreti köpürttü. Manipülasyon kampanyalarıyla, yalanlarla gerçekleri karartmaya, zehirli propagandalarla milyonlarca emekçinin zihnini bulandırmaya, felç etmeye çalıştı. Ülkede her şeyin güllük gülistanlık olduğu, kendi iktidarlarından önce Türkiye’de son derece ilkel koşulların mevcut olduğu palavralarını yeniden piyasaya sürdü. Türkiye’nin var oluş, beka problemi içinde olduğu, bu iktidar giderse “vatan”ın kaybedileceği propagandasına hız verdi. Muhalif kesimleri suçlu, hain ve hatta terörist ilan etti, baskıların, şiddetin dozunu alabildiğine arttırdı. Emekçilerin dini inançlarını, kutsal saydığı değerlerini daha da fazla istismar etti. Bu çaba sonucunda ekonomik krizin, yoksulluğun, işsizliğin, depremin, ağır çalışma ve yaşam koşullarının yükü altında ezilen nice emekçinin öfkesinin yönü, hedefi değişti. Yağma ve enkaz düzeninin sahipleri, nice emekçiyi kandırmayı, korku ve kaygıya sürüklemeyi, sindirmeyi başardı. Güvenli liman aramaya, var olanı koruma refleksiyle hareket etmeye, iktidara oy vermeye itti. İçine itildikleri karanlık kuyuda emekçilerin değişim arzusu bastırılıp boğuldu.
Buna karşılık milyonlarca işçi ve emekçinin umut bağladığı Millet İttifakı da emekçilerin özlemlerine yanıt olmadı, olamaz. Millet İttifakında cisimleşen ve kurtarıcı pozlarına bürünen burjuva muhalefet emekçileri zalim tek adam rejimine karşı harekete geçirmekten kaçınan, onları pasifleştiren, seyirci konumuna iten politikalar izledi. Karşımızda iktidar kılığına bürünmüş örgütlü kötülük varken sadece sandığa gidip oy vermekle bahara kavuşacağımız hayalleri pompaladı.
Karşı karşıya olduğumuz bu tablo bize şunu gösteriyor: Bir kurtarıcı gelip bizi kurtarmayacak, sorunlarımız kendiliğinden çözülmeyecek, işçi ve emekçilerin kara kışı ancak bizzat bizlerin, işçi sınıfının mücadelesiyle sona erecek! Dert bizdedir, derman kendi ellerimizdedir! O halde yapay ayrımları bir kenara bırakmalı, ellerimizi birleştirmeliyiz. Bizi korku ve kaygı kuyusuna atmak, bilincimizi milliyetçilikle, nefretle, düşmanlıkla, yalanla zehirlemek ve böylece iktidarlarını sürdürmek isteyenlerin oyunlarını boşa çıkarmalıyız. Oy verdiklerimizin tüm sorunlarımıza çare olacağını düşünüp gelişmeleri pasifçe izlemeyi reddetmeli, özlem duyduğumuz değişimin önünü açmak için harekete geçmeliyiz. İşçi sınıfının örgütlü saflarını doldurarak, birlik ve dayanışmamızı güçlendirerek, öfkemizi, hoşnutsuzluğumuzu, değişim irademizi boğmak isteyenlerin, bizi yok sayanların karşısına dikilmeliyiz. Sermaye cephesi karşısında emek cephesi olarak birleşip yağmacı enkaz düzenini ve kapitalist zulüm düzenini yıkmak için kararlılıkla mücadeleye devam etmeliyiz.