
Ben metal sektöründe çalışan bir işçiydim. İşçiydim diyorum çünkü hakkımızı aradığımız için işten çıkarıldık. İşveren biz işçilerin ve temsilcilerimizin taleplerini karşılamamak için her yola başvuruyordu. Sorunları çözmek bir yana daha fazla baskı ve mobbing uygulayarak bizi korkutup sindirmeye çalışıyordu. Fabrika yönetiminin baskıları öyle bir noktaya geldi ki sonunda biz işçiler de patladık ve sendikamızla birlikte direnişe başladık.
Direnişe çıktığımızda aynı işyerinde çalışmamıza rağmen birçoğumuz birbirimizi tanımıyor, ilk defa yan yana geliyorduk. Ama haksızlığa karşı mücadelemiz başlayınca kısa sürede birbirimize kenetlendik. İlk zamanlar herkes tarif edilemez bir coşku içindeydi. Düne kadar baskıyla saltanat süren patrondan ve temsilcilerinden ilk kez birlik olup hesap soruyorduk. Ama süreç uzadıkça bazı arkadaşlarımızda moral bozukluğu başladı. Bu arkadaşlarımız direnişin kısa süreceğini ve hemen sonuç alacaklarını düşünüyorlardı. Suçlayacak birini aramaya başladılar. Kimi işçi arkadaşını, kimi sendikayı, kimi temsilciyi suçladı. Oysa asıl suçlu bizi haksız yere işten atan, hiçbir kural ve yasa tanımayan patrondu. Aynı arkadaşlarımız içeride çalışırken de yaşadığımız sorunları sendikanın, temsilcinin çözmesini bekliyorlardı. Oysa biz sorumluluk almadan, sendikamıza sahip çıkmadan sorunlarımızı çözemeyeceğimizi biliyorduk.
Bir mücadelenin sonunda kazanım varsa bu “haklı bir kavga”, kazanım yoksa “haksız bir kavga” olmaz. Kazansak da kaybetsek de biz işçilerin mücadelesi haklı bir mücadeledir. Moral bozukluğuyla içimizden bir suçlu aramak da bize bir şey kazandırmaz. Somut taleplerimizi kazanamadık belki ama hep birlikte ayağa kalkarak patrona esaslı bir tokat attık, pek çok ders ve deneyim biriktirdik. Bazı arkadaşlarımız yenilgi psikolojisiyle suçlayacak birilerini arasa da bazılarımız bu direniş boyunca hiçbir zaman unutulmayacak deneyimler kazandılar. Aslında herkes durduğu yerden bilinci, örgütlülüğü kadar pay aldı bu kavgadan. Kimimizin payına moral bozukluğu kimimizin payına ise daha çok mücadele etme azmi düştü.
Bugün Türkiye’de de seçim sonuçlarına bakıp morali bozulanlar, iktidara oy veren işçi ve emekçileri suçlayanlar var. Oysa biz işçiler birbirimizi suçlayarak, daha çok kutuplaşarak sorunlarımıza çözüm bulamayız. Rejim, medya ve devlet gücünün verdiği tüm olanakları kullanarak milyonlarca insanı manipüle ediyor. Kendisine muhalif olan kesimi de baskı ve tehditle susturmaya çalışıyor. Asıl suçlu baskıcı tek adam rejimidir. Sorunumuzun kaynağı ise işçi sınıfının yeterince örgütlü olmayışıdır. Örgütlü olmazsak rejimin bizi içine çektiği bölünmüşlük ve yapay kutuplaşma girdabından kurtulamayız. Bizler örgütlenebilirsek bu rejimden hesap sorarız. Örgütlü işçiler birbirini suçlamak yerine asıl suçludan hesap sormak için mücadele azmini yitirmeyenlerdir.