
Toplumun geniş kesimlerinin duyduğu hoşnutsuzluğun, öfkenin ve değişim isteğinin farkında olmamak mümkün değil. Değişim isteği özellikle gençlerde ve kadınlarda kendini dışa vuruyor. Özgürlüklerimizin kısıtlanmasına, horlanmaya, aşağılanmaya, yok sayılmaya, her gün daha fazla yoksullaşmaya tepkiliyiz ve bu durumu değiştirmek istiyoruz. Fakat toplumun değişim isteği boğulup bastırılıyor. Değişim sadece seçimlerde gidip oy kullanmakla, kendiliğinden gerçekleşmez. Biz değiştirmek derken yaşamı, dünyayı, bu sömürü düzenini değiştirmekten, yeni bir yaşam inşa etmekten bahsediyoruz.
İşçi Dayanışması’nın 181. sayısının başyazısında [1] 12 Eylül 1980 darbesinin Türkiye toplumu için karanlık bir dönemin başlangıcı olduğu yazılmıştı. Aradan geçen 43 yılda bu karanlık dağılmadı, toplum üstündeki ölü toprağını atmak istedikçe egemenler algı operasyonlarıyla, baskılarla bu isteği bastırmaya, yok etmeye çalıştı. Ama toplum da her şey gibi durduğu yerde durmuyor, değişim geçiriyor. Emekçi kadınlar ve gençler, baskılara rağmen bu değişimden etkileniyor, değişimin öznesi olmaya doğru yol alıyor. Gençler özgürlük istiyor. Özgürlük ise değişim istiyorsak onun uğruna mücadele etmemiz gerektiğini kavramakla başlıyor.
Tam da bu nedenle içinden geçtiğimiz zorlu süreçler bizi asla hayal kırıklığına, umutsuzluğa veya depresyona sürüklememeli. İktidarın türlü numaralarla, demokrasicilik oynayarak ikinci tura taşıdığı, “kazandık” algısı yaratmaya çalıştığı seçimler de bizi yılgınlığa sürüklememeli. Seçimlerden çıkan sonuç, bizim asıl hedefimizin, yeni bir dünya kurma mücadelemizin önüne geçemez. Ağlamakla, ah vah etmekle bir şeyleri değiştiremeyiz. Aksine umudumuzu, direncimizi ve özgürlük arayışımızı mücadeleye akıtmalıyız. Muhannete minnet eylemeden, bir kurtarıcı beklemeden, haklılığımızdan aldığımız güven ve cesaretle işçi sınıfının saflarında insanlığın kurtuluşu davasının bir parçası olalım. İşte asıl değişim ve özgürlük o zaman gelecek, asıl bahar o zaman gelecek, üstünde işçi tulumu elinde sarı/beyaz papatyalarla.