
Bir köye yolu düşen iki derviş rastgele bir kapıyı çalar. Kapıyı açan köylüye “Adımız Birlik ve Dirlik. Bu gece size tanrı misafiri olarak geldik. Bizi misafir eder misin?” derler. Yoksul köylü üzgün bir şekilde “iki kişiyi misafir edecek yerim yok ne yazık ki!” der. “Bari birimizi misafir et” der dervişler. “Hangimizi istersin?” diye sorarlar. Köylü “Birlik’i isterim. Çünkü birlik olan yerde dirlik de olur” der. Köylünün bu sözü kulağımıza küpe olmalı çünkü bugün işçiler olarak birlik olmadığımız için dirliğimizin elimizden alındığı günlerden geçiyoruz. Pek çok işçiyse ümitsizce “böyle gelmiş böyle gider” diye düşünüyor. Oysa dünya ve Türkiye işçi sınıfının tarihi işçilerin birlik, mücadele ve dayanışmasının örnekleriyle doludur.
1960’lı ve 70’li yıllarda işçi sınıfı sendikalarda, mücadele örgütlerinde ve sosyalist partilerde örgütlenmişti. Kitlesel mitinglerle, grev ve direnişlerle, fabrika işgalleriyle hakkını arıyordu. Bir kamu emekçisinin İşçi Dayanışması’na verdiği bir röportajda söyledikleri o dönem işçiler arasındaki birlik ve dayanışmaya dair çok şey anlatıyor: “Darbe öncesinde işçi sınıfının başarılı olmasının en büyük nedeni toplumsal dayanışma idi. Örneğin biz kamu çalışanı olduğumuz halde ‘Çayırova’da direniş var’ diye haber geldiğinde, o direnişe bir paket çay veya bisküvi ile gidip işçi arkadaşlarımızı ziyaret ediyorduk. Davullu zurnalı halaylarla katılıyorduk eylemlerine.” O yıllarda birlik olan, birliğinden güç alan işçiler patronlara kolay lokma olmadıklarını gösteriyorlardı. Haklarını söke söke alıyorlardı. Patronların karşısında başı dik duruyorlardı.
Sözün özü şu: Herkes yaşadığı sorunlardan kurtulmak ister. Daha iyi çalışma koşulları, ülkeyi baskıyla yönetenlerden kurtulmak, daha adil bir sistem, daha mutlu, umutlu yaşayacağı, yarınından korkmayacağı bir dünya ister. Yani dirlik ister! Evet dirlik istiyoruz hepimiz. Ama bunu elde etmenin kestirme yolu yok! Yani bize örgütlü hareket etmekten ve mücadele etmekten başka yol yok! Çünkü ancak birlik varsa dirlik vardır!