
Sıcak bir yaz gününde, 27 Haziran 1905’te Amerika’nın dört bir yanından işçi delegeler Şikago’da bir toplantı salonunda bir araya geldiler. O gün kimler yoktu ki orada: İşçi sınıfının anası olarak tanınan Jones Ana, 8 saatlik işgünü mücadelesinin önderlerinden Albert Parsons’ın eşi Lucy Parsons, hemen her grevde işçilere yol gösteren sosyalist işçi önderi Bill Haywood, savaş karşıtı konuşmalarıyla Amerikalı egemenlerin nefretini, işçilerin sevgisini kazanan Eugene Debs, İrlanda’da işçi sınıfının İngiliz sömürgeciliğine ve kapitalizme karşı mücadelesinin önderlerinden James Connolly… O gün o salonda bulunan işçi önderleri ve yüzlerce delege dünya işçi sınıfının tek bir yumruk gibi birleşmesi gerektiğine inanıyorlardı. Bu nedenle hiçbir ayrım gözetmeden bütün sanayi işçilerini örgütlemeyi hedefleyen Dünya Sanayi İşçileri Sendikası IWW’nin kuruluşunu coşkuyla ilan ettiler. O günden sonra IWW’nin sloganı şu oldu: Birimize yapılan hepimize yapılmış demektir! Bu slogan ilerleyen yıllarda, özellikle 1929 krizinin ardından gelen zorlu yıllarda, Amerika’nın dört bir yanında işçilerin kılavuzu oldu. Amerikalı işçiler bu ruhla tek yumruk olup Amerikalı patronların saldırılarına karşı koydular.
Amerikalı işçiler, önce kendilerini siyah-beyaz, göçmen-yerli, kalifiye-vasıfsız, erkek-kadın diye ayıran örgüt ve sendikalardan koparak tüm işçileri tek bayrak, tek sendika altında birleşmeye çağıran örgütlere yöneldiler. İşten atıldıklarında fabrikalarını işgal edip kendileri işlettiler. İşsiz kalanlarla dayanışmak için sandıklar kurdular. Kira grevleriyle kiracıların ev sahipleri tarafından evden atılmasını engellediler. Grevci işçilerin çocukları aç kalmasın diye ortak mutfaklar kurdular. Polislerin, silahlı çetelerin, mahkemelerin karşısında geri adım atmadılar. Ağır bedeller ödeseler de birlik ve dayanışmayla ekonomik krizin yükünü sırtlarına yıkmak isteyen patronların oyunlarını ve baskılarını boşa çıkardılar. O günden sonra bu slogan Amerika’da bilinçli ve mücadeleci işçilerin dillerinden düşmemiş, zihinlerinden, pankartlarından silinmemiştir.
1905’ten günümüze, Amerika’dan Türkiye’ye gelelim. Bugün ekonomik krizin ağır faturasını biz işçi ve emekçiler ödüyoruz. Sermaye sınıfı palazlanırken yoksulluk uçurumundan aşağı yuvarlanıyoruz. Fazla mesai yapmadan ve ağır borç yükünün altına girmeden geçinebilenimiz yok gibi. Grevlerimiz yasaklanıyor, işçi direnişleri polis baskısıyla karşılaşıyor, demokratik hak ve özgürlükler gasp ediliyor, mücadeleci işçilere, sendikacılara hapis cezaları yağıyor, bileklerine kelepçeler vuruluyor, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmadığı için iş cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Deprem felaketinin yaraları sarılmazken “geliyorum” diyen yeni depremlere hiçbir hazırlık yapılmıyor…
Peki, durum buyken, hepimiz aynı sorunları yaşarken bu sorunları herkesin kendi bireysel sorunları olarak görebilir miyiz? Bireysel olarak, tek başımıza bu sorunlara karşı durabilir miyiz? Bir metal fabrikasında işçilerin grevinin yasaklanmasıyla kendi işyerimizde bize düşük ücret dayatılabilmesi arasında bağ olmadığını savunabilir miyiz? İş güvenliği önlemlerinin alınmasını istediği için iş bırakan işçilerin işten atılmasıyla artan iş cinayetleri arasında güçlü bir bağ olduğunu inkâr edebilir miyiz? Patronların işyerinde yeni işçilere bayram ikramiyesi yerine boş poşet dağıtacak kadar pervasızlaşabilmesiyle siyasi iktidarın işçi düşmanı yasalar çıkarabilmesinin nedeninin farklı olduğunu ileri sürebilir miyiz? Bu sorular arttırılabilir ama hepsinin cevabı bellidir. Bu saldırılara karşı koyamıyoruz çünkü örgütsüz ve dağınık durumdayız. Oysa tıpkı 1905’te yükselen o sloganla vurgulandığı gibi; işçiler olarak birimize yapılanı hepimize yapılmış saymak ve birlikte karşı durmak zorundayız!
Çok açık ki kendi çıkarları uğruna bize kendi çıkarlarımızı unutturmak, bizi bölüp parçalamak, her birimizi kendi yalnızlığımızın kuyusuna atmak isteyenlerin oyunlarını boşa çıkarmadan saldırılarını da boşa çıkaramayız. İşçiler olarak aramızda yaratılan ayrı gayrılığı, suni ayrımları bir kenara bırakmadan, sermaye sınıfı karşısında birlik olmadan, birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için demeden haklarımıza sahip çıkamayız. Tıpkı bir işçi önderinin dediği gibi: “Biz kendi sınıfımızın tavrıyla, açıkça kendi sınıf çıkarlarımıza göre duruşumuzu almalıyız. Ancak bu çıkarların insanlığın en yüce çıkarlarına hizmet ettiğine inançla bunu yapmalıyız.”