
Herkesin bir hikâyesi vardır şu hayatta. Ben de kendiminkini anlatmak istiyorum sizlere. Çünkü bu hikâye bir işçi kadının aslında işçi olduğunu, bir sınıfa ait olduğunu bilmeden yaşayıp giderken, nasıl değiştiğinin, asıl ait olduğu yerde yani sınıfının saflarında nasıl mücadele etmeye başladığının hikâyesidir.
Ben, Karadenizli bir ailede, İkizdere’de büyüdüm. Bu ister istemez görüşlerimin şekillenmesinde belirleyici oldu. 2016’ya kadar iktidarı ve Erdoğan’ı koşulsuz destekliyordum. İktidara yapılan eleştirileri öfkeyle karşılıyor, devlete yapılmış sayıyor, tahammül edemiyordum. Aynı tezgâhta aynı zor koşullarda çalıştığım arkadaşlarımla aramda görünmez bir duvar varmışçasına, sanki onlar gerçekleri göremiyormuş da ben görüyormuşum gibi davranıyordum. Bir gün UİD-DER’li bir arkadaşım gece vardiyasında yan yana çalışırken bir sınıf olduğumuzdan, işçi sınıfının bir parçası olduğumuzdan bahsetti. Dayanamayıp “ya sen sürekli işçi, sınıf diyorsun, dünyada sadece işçiler mi var, yeter ya!” diye tepki gösterdim. O da “hayır dünyada sadece işçiler yok, bir de patronlar var” dedi. Bana anlatmaya çalıştığı şeyin ağırlığını yıllar sonra anlayarak ve o gün verdiğim tepkiden utanarak ona sarılıp “dünyada işçiler, patronlar ve bir de aslında örgütlü işçiler var” diyeceğimi nereden bilebilirdim ki…
2015’teki “metal fırtına” döneminde UİD-DER’le tanıştım. UİD-DER’li arkadaşlar beni yargılamadılar, dışlamadılar. Aksine sabırla sarıp sarmaladılar. Bu durum sorular sormamı, sendikalı olmak, örgütlü olmak ne demektir, kavramamı sağladı. Zamanla emekçi bir kadın olmanın ne demek olduğunu, bu hayatı üretenlerden biri olduğumu, sınıf kimliğinin ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Çalıştığım fabrikada haksızlıklar karşısında nasıl tepki vermem gerektiğini, karşılaştığım bir olay karşısında nasıl doğru tutum almam gerektiğini anladım. Yani aslında örgütlü işçi refleksleri vermeye başladım.
Egemenler bizi milliyetçiliğimizden, başörtümüzden yakalayıp yıllarca ayrıştırdılar. Biz bu ayrımlara kanıp birbirimize düşman kesilirken onlar grevlerimizi yasakladılar, haklarımızı tırpanladılar, rant uğruna doğamızı talan ettiler. Bu talan ve sömürü karşısında sesini çıkaran her kim olursa “vatan haini-bölücü” olmakla suçladılar. İkizdere’de doğasına, toprağına sahip çıkan ninelerimizi bile! İktidarın, işçilerin birliğini engellemek, bizleri ayrıştırmak için her yola başvurduğunu anlamam örgütlenmemle mümkün oldu.
Çok çektik, çekmeye de devam ediyoruz ayrışmaktan. İşçiler olarak halimiz ortada. Şimdi anlıyorum ki her şeye sınıf penceremizden bakmayı öğrenmeliyiz. Sınıf olarak birleşmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğunu görmeli ve bunun için çaba sarf etmeliyiz.