İhtiyaçlarımızı karşılayabilmek için çalışıp didiniyoruz. Ne iş olsa yapıyoruz. Çoğumuz asgari ücrete veya biraz üzerinde bir ücrete çalışıyoruz. Peki, yetiyor mu? Yetmiyor elbette. En kalitesiz en ucuz ürünleri seçmemize rağmen ay sonunu getiremiyoruz. Çünkü en kalitesiz ürünler bile bize fazlasıyla pahalı geliyor. Üstelik zam yağmurunun da sonu gelmiyor. Buna karşılık işçi ücretlerine göstermelik zamlar yapılıyor. Hal böyle olunca da kara kara düşünüyoruz, ay sonunu nasıl getireceğiz diye. “Ayağını yorganına göre uzat” demiş eskiler. Ay sonunu getirebilmek için ayağımızı yorganımıza göre uzatmamız gerekiyor. Kendimizce çözümler üretiyoruz. Bakalım, ayaklarımız yorganın dışında kalmaktan kurtulacak mı?
Belki marketten ucuz olur diye semt pazarına alışverişe gideyim dedim. Nerde… Alışveriş için akşam saatlerini tercih ediyordum. Hem daha ucuz oluyordu hem de akşam tezgâhta kalan sebze ve meyvelerde pazarlık şansım artıyordu. Bunu düşünen bir tek ben değilim ki, herkes yapıyor artık bunları. Marketlerde pazarlık yapamıyorum ama orada da bazen çıkma ürünler işimi görüyor. Ama artık bu çareler de işe yaramıyor, bu ürünlerin de alıcısı o kadar çok ki. Eve üç beş parça sebze alıp dönebilirsem ne âlâ. Çocuklara bir iki parça üst baş da almak lazım. Malumunuz okullar açıldı. Elimde poşetlerle mağazaları geziyorum, sezon sonu indirimi var mı diye. Çocuklar okula giderken beslenme çantalarına evde ekmek arası bir şeyler koymaya çalışıyorum ama her zaman yetiştiremiyorum. Harçlık versem kantindeki fiyatlarla ancak küçük bir bisküvi alınabiliyor. Hayat pahalılığına karşı bildiğim tüm indirim kovalama, pazarlık taktiklerini uyguluyorum. Ayaklarım şişip belim ağrıyıncaya kadar semt pazarlarında dolaşıyorum fakat yine de yetmiyor. Başka ne gelir ki elimizden? Gözüm açık olmalı, nerede ucuzluk var, ilk önce ben gitmeliyim. Sona kalan, donakalır.
Eşim de geçinebilmemiz için taktikler geliştiriyor. Mesela “artık çok zorunda olmadıkça eve misafir çağırmayalım” demeye başladı. Mesaiye kalıp akşam yemeğini de işyerinde yediğinde seviniyor. Çalıştığı işyerinde yemekten artanları getiriyor. Gece vardiyasına kaldığında kahvaltılık minik paketlerde reçel, tereyağı gibi yiyecekler de getiriyor...
Çocukların beslenme çantalarına eşimin getirdiği şu minik bal, reçel, tereyağı gibi tek lokmalık yiyeceklerden koyuyordum. O zaman çocukların beslenme çantalarına yavan ekmek dışında ne koyacağım diye düşünmüyordum. Fakat geçenlerde eşimin çalıştığı işyerinde müdür toplantı yapmış. Patron işçilerin fazla kalan yemeği, kendi yemeklerinden arttırdıklarını işyerinden dışarıya çıkartmasını yasaklamış. Aşçılara “artan yemekleri çöpe dökün” talimatı vermiş. Eşim olanları anlattı. Bunu duyunca çok üzülmüşler. “Çöpe dökmek ha! Bir patron çalışanlarına bunu bile çok mu görüyor? Bu patronlar geçim derdi nedir bilmiyorlar ya da umurlarında değiliz” demişler. “Bu yiyecekleri bizim istihkakımız, ister yeriz, ister götürürüz, patrona ne?” demişler.
Patronun yiyecekleri çöpe dökün demesi işyerinde büyük tepki çekmiş yani. Fakat işçiler bu tepkilerini işyeri yönetimine nasıl göstereceklerini bilememişler. Eşimin çalıştığı yerde sendika var, gidip sendikaya soralım demişler. İşyeri sendika temsilcisi Davut Abi, durumu öğrenince “sonuçta işçinin çalıştığı işyerinde kendi karnının doyup doymamasına aldırmadan yemeğinden arttırıp da evine götürmek istemesi, ücretlerin düşük olması yüzünden değil mi? Düzgün ücret alan bir işçi zaten çocuğunu nasıl besleyeceği derdiyle kendi yemeğinden kısmaz” demiş. “Demek ki toplu sözleşmemiz için daha iyi bir hazırlık yapmalıyız, birlik olmalıyız, bu da yetmez, ücretlere yapılacak zamları düşük tutmaya çalışan iktidarın saldırılarını da görmeli ve birlikte karşı koymalıyız” demiş. Derhal sendikada toplantı organize etmişler eşim ve arkadaşları. O gün vardiya bitiminde işçiler sendikada toplanmış ve hem patronun tutumunu hem de geçim derdimizi uzun uzun konuşmuşlar.
O gün eve geldiğinde eşim tüm işçilerin birlik olup patronları alt edebileceğinden bahsetti. Haklarımızı genişletebileceğimizden bahsetti. Çok şaşırdım. “Ahmet, sen böyle şeyleri bilmezdin, ne güzel konuşuyorsun!” dedim. O da “madem bu sözler benim gibi seni de heyecanlandırdı, o zaman bana bunları anlatan Davut Abi’yi çok seveceksin. Ben sana bu pahalılıkta eve misafir çağrılmaz dedim ama hafta sonu Davut Abi’yi misafir çağırdım eve, haberin olsun. O bizim temsilcimiz, çalıştığım işyerinde aynı bölümdeyiz, sendikadaki toplantıdan sonra oturduk sohbet ettik. Sadece bana değil tüm arkadaşlara anlattı yapmamız gerekenleri. Benim de kafama yattı. Uzun uzun sohbet ettik. Çok güzel bir sohbeti var. Ben de hem daha uzun uzun sohbet etmek hem de seninle ve çocuklarla tanıştırmak için bize misafirliğe çağırdım. Hafta sonu misafirimiz olacak” dedim.
Bakalım, Davut Ağabey geldiğinde daha neler anlatacak bize…