
Bir gün bir karı koca kamp yapmaya karar vermiş. Güzel bir kamp alanı bulup çadırlarını da kurmuşlar. Yemeklerini yiyip, çadırlarına çekilmişler. Birkaç saat sonra kadın kocasını “uyan uyan!” diyerek dürtmüş. “Ne oldu? Ne istiyorsun?” diye sormuş adam. “Yukarıya bak ve bana ne gördüğünü söyle” demiş kadın. Adam gökyüzüne bakmış ve cevap vermiş: “Bunun için mi uyandırdın beni? Baktım işte! Bir sürü yıldız görüyorum.” Karısı tekrar sormuş: “Peki, bu sana neyi gösteriyor?” Artık iyice uykusu kaçan adam biraz düşünmüş “sonsuzluğu mu?” demiş. Kadın ise “ah Necati ah! Çadırımızı çalmışlar!” diye cevap vermiş.
Her ne kadar bu bir fıkra olsa da durumumuz tam da bu değil mi? İşçi sınıfını bin bir türlü yol ve yöntemle; türlü türlü yalanlar, milliyetçi ve şoven söylemler, diziler-filmler, ağır çalışma koşulları ile derin uykulara sevk ediyorlar. Patronların yalan makinesi işçiler üzerinde öyle bir etki ediyor ki adeta işçilerin beyni felce uğruyor. Birçok işçi, kendisine kölelik koşullarını reva gören patronuna “baba” diyebiliyor, “et ve tırnak gibiyiz” yalanına inanabiliyor. Kimileri kurtuluşu daha çok çalışmakta arıyor, kimileri ise her şeyin sorumlusunun dış mihraklar olduğuna inandığı gibi dünyanın bizi kıskandığı yalanına da kolayca kanabiliyor. Şüphesiz ki patronlar sınıfı, işçi sınıfının uyanmasından ölesiye korkuyor ve bu yüzden yalan makinelerini tam gaz çalıştırıyor.
Fakat egemen sınıfın ne kadar yalancı, ne kadar düzenbaz olduğu günün sonunda hep ortaya çıkar. Bir tarafta muazzam bir zenginliğin, diğer tarafta ise devasa bir yoksulluğun birikmesi söz konusudur çünkü. Sermaye sınıfı, işçi sınıfını türlü yalanlarla uyutmaya çalışsa da kendisi de bilmektedir ki işçi sınıfı gerçekleri eninde sonunda görür. Nitekim işçi sınıfının pek çok ülkede tekrar tekrar ayağa kalkması da bunu gösteriyor.