
Zamanın birinde Cemal adında biri varmış. Cemal Amasya’da yaşar, büyük bir ahşap oyma ve desen atölyesinde çalışırmış. Cemal işine çok düşkünmüş, patronu 24 saat çalış dese gık demez, diyenleri de nankörlükle itham edermiş. Onun için patronu, eli öpülecek bir adammış, ne de olsa herkese ekmek veriyor, karınlarını doyuruyormuş. Farklı işyerlerinden işçilerin paralarını alamadıkları için iş bıraktıkları kulağına geldiği zaman çok yadırgar ve ayıplarmış Cemal. “Azıcık sabırlı olsalardı ne olurdu, demek ki patronları darda” diye düşünürmüş. Kendi işyerinde işçi arkadaşları bir şeye itiraz edecek, bir talepte bulunacak olsa her zaman patronunun yanında olurmuş.
O dönem o yöredeki geleneğe göre, birinin cenazesi, düğünü, asker uğurlaması gibi şeyler olunca bu merasimlere dâhil olamayanlar adet gereği ayakkabısının tekini yollar daha sonra tekrar alırmış. Cemal de işinin çok olduğunu, böyle işlere ayıracak zamanı olmadığını düşünürmüş. Kimin bir düğünü, cenazesi, acı ya da tatlı günü olsa hep ayakkabısının tekini yollarmış. “Komşularım, arkadaşlarım ya da akrabalarım iyi günde zor günde yanlarında olmamı ister” diye düşünmez, onlarla hemhal olmaz, ne düşündüklerini pek de önemsemezmiş. Tek yaptığı adet yerini bulsun diye ayakkabısının tekini yollayıp sonra geri almakmış. Gel zaman git zaman, Cemal bir gün hastalanmış, hastalığı ilerleyince ne yapsa bir türlü toparlanıp iyileşememiş. İlk günlerde kendisini sık sık soran o çok sevdiği patronu Cemal’i daha az sormaya ve sonraları hiç sormamaya başlamış.
Bir çorba pişireni, bakanı olmayan Cemal’in durumu iyice kötüleşmiş. Hasta yatağında yolun sonuna yaklaştığını hissedince yüreğinde derin bir korku ve pişmanlık duymaya başlamış. Bir gün kapının dışında, pıtır pıtır ayak sesleri duymuş. Cemal kulak kabartıp, bir an yine patronu geldi diye ümitlenmiş fakat nafile. “Eş dost, atölyedeki arkadaşlar neden gelmiyor, neden kimse yanımda değil? Neden?” diye sormuş kendi kendine. Geçmiş günleri, patronunun gözüne girmek için yaptıklarını, bir evden diğer eve gidip gelen ayakkabısının tekini düşünür olmuş.
Ayak sesleri bir artar bir azalırken, soluğunu toplayan Cemal güç bela kapıya kadar gidip düşe kalka kapıyı aralamış, dışarı bakmış ki ne görsün? Bütün tanıdıkları kapıya bir tek ayakkabı bırakıp gidiyormuş ve eşikte yüzlerce ayakkabı birikmiş. İşte o manzara karşısında Cemal derin bir “Ahh” çekmiş ve yaptığı hatanın büyüklüğünü daha iyi anlamış. Fakat Cemal için artık çok geçmiş ve Cemal o gün olduğu yere yığılıp kalmış. Günler sonra komşuları ayakkabılarını almaya gelmişler.
“Ahh” çekip pişmanlık duyan Cemal için geçtir geç olmasına fakat onun hikâyesi geriye önemli bir ders bırakmıştır. Dostluğun, kardeşliğin, dayanışmanın olmadığı yerde sorunlar içinden çıkılamayacak kadar büyür ve yalnız insan bu sorunları çözemez. Cemal gibi bir işçi, patronlara güvenmeyi marifet bilmezse, kendini bu yolla yalnızlığa ve çaresizliğe terk etmezse yalnız da çaresiz de olmaz. Kendi sınıf kardeşleriyle birlik olarak, haksızlıklara karşı çıkarak, daha iyi bir yaşam için mücadele ederek koşullarını değiştirebilir. Yanı başındaki işçi kardeşinden güç alır, ona güç verir. Bizi ucuz işgücü kaynağı olarak gören, sağlığımızı, canımızı umursamayan patronlarımıza değil, işçiler olarak birbirimize güvenelim.