
İlkokula henüz başlamadığım zamanlarda köye gider orada uzun süre kalırdım. Kerpiç evde, akşamları mum ışığında otururduk. Çok eski bir tarih değil, 80’li yılların ilk yarısı ama bizim köyümüz henüz elektrikle tanışmamıştı. Anneannem akşamları bana türlü türlü masallar anlatırdı. O masallar hâlâ aklımda, nasihat niteliğinde her biri. Siz dostlarımla birini paylaşmak istiyorum. Duymayan yoktur ama olsun, bir de ben anlatayım dilimin döndüğünce Nemrut, İbrahim ve karıncanın hikâyesini.
Bizim köyden bir saat uzaklıkta bir dağ var. O dağda kötü mü kötü bir kral yaşarmış. Kibirli kral, insanlardan uzağa, kimseler kendisine erişemesin diye dağın tepesine yerleşmiş. Kocaman heykeller, kimsenin ulaşamayacağı büyüklükte taştan koltuklar yaptırmış. Büyük ve düz kayalara tanrıların resimlerini kazıtmış. Kral, İbrahim diye birinin iyiliklerinden bahsedildiğini duymuş ve çok kızmış. Urfa’nın ortasına kocaman bir ateş yakmış. Ateş o kadar büyükmüş ki yanına kimsecikler yaklaşamıyormuş. Nemrut, dağın başına kurduğu mancınıkla İbrahim’i bu ateşe atacakmış. Bunu duyan karınca ağzına bir damla su almış, yola düşmüş. Ağzında bir damla suyla ateşi söndürecek garibim karınca. Karıncayı görenler geri dönsün diye onu ikna etmek istemişler ama nafile. Bizimki bir türlü ikna olmamış. Yolda bir kuşla karşılaşmış sonunda, kuş katıla katıla gülmüş. “Sen şimdi bir damla suyla ateşi mi söndüreceksin?” demiş. Karınca, kararlı bir sesle “belki ateşi söndüremem ama safımı belli ederim” demiş. Karınca nereden yola çıktı bilinmez ama hikâyenin geçtiği yer Urfa’dır. Adıyaman’daki Nemrut, adının da verildiği o dağdan atacaktı İbrahim’i Urfa’daki ateşe. Zaman değişti, bizim köye elektrik geldi. Urfa’ya da entegre fabrika kuruldu ve nemrutlar çoğalmaya devam ediyor ve hâlâ mazlumlar var.
Bugünlerde Urfa’da bir ses daha yükseliyor, Özak Tekstil işçilerinin sesi. Özak patronu, yöneticileri ve Öz İplik-İş sendikasıyla birlikte, kadın ve erkek işçilerin üzerinde baskı kuruyorlar. Özellikle de kadın işçilerin özel hayatlarına müdahale ediyorlar. Gece vardiyasında çalışan işçileri insan kaynakları ve sendika odasında, işten atmak ya da başka bölümlere sürgüne göndermekle tehdit ediyorlar. “Kimdir bu Özak Tekstil” diye baktım. Özal döneminde palazlanmış, Erdoğan döneminde ise Türkiye’nin en önemli hazır giyim üreticisi haline gelmiş. Dünyaca ünlü birçok markaya kot üretimi yapan Özak Tekstil’in ana merkezi İstanbul, ayrıca Malatya’da da bir tesisleri var. Entegre üretim yapan bu fabrikanın en çok üretim yaptığı ve en çok işçi çalıştırdığı fabrika ise Urfa’da bulunuyor. Özak Tekstil işçileri altı yıldan beri örgütlü oldukları Öz İplik-İş sendikasından istifa ederek BİRTEK-SEN’e üye oldukları için, rahatsız olan patron öncü işçiyi işten çıkarıyor. İşçiler bunun üzerine iş bırakarak direnişe geçiyor. Direnişte olan bir başka işçi kadın durumu şöyle özetliyor: “Özgürlüğümüzü kimsenin kısıtlamasına asla izin vermeyeceğiz. İçerde patron baskısına, yöneticilerin sözlü şiddetine, dışarıda valinin bize yasak emrine, jandarmanın yolu kapatmasına. Biz kadın ve erkek işçiler, hiçbir şekilde vazgeçmeyeceğiz” diyor.
Paranın pula döndüğü, çalışma koşullarının ağırlaştığı, türlü ayak oyunları ile birçok sendikanın işverenle anlaşarak işçileri hizaya getirmeye çalıştığı bir dönemde ucuz işgücünün bol olduğu Urfa civarı, patronların istedikleri gibi at koşturacakları bir bölge gibi görünebilir. İşler hiç de patronların istedikleri gibi gitmeyecek ama. Hakları için mücadele edecek ve mücadeleyi kararlılıkla savunacak işçilerin sayısı muhakkak artacak. Bir değil milyonlarca karınca o suyu taşıyacak, nemrudun ateşini söndürünceye kadar da taşımaya devam edecek.