
Güven kelimesi aslında ne kadar derin bir anlama sahiptir. Güven, bireyler arasındaki ilişkilerin sağlıklı ve sürdürülebilir olmasını sağlayan temel bir unsurdur. Hem bireysel hem de toplumsal düzeyde, güven duygusu yaşamın vazgeçilmezidir. İşyerinde, mahallede, oturduğu binada, grevde, direnişte herkes güven arayışı içindedir. Üstelik bu duygu sadece günümüzün değil, yüzbinlerce yıldır süren insanlığın gelişimindeki en temel ihtiyaçlardan biri olmuştur. İnsanın bir toplum içinde yaşama ihtiyacından köklenmiştir. Güven duygusu yok olursa, adeta dalsız bir yaprak misali, oradan oraya savrulmamak mümkün değildir.
Elbette güvenmek sadece kişilerle sınırlı bir duygu değil. Yaşamın her alanında olan, üreten, emek veren kısaca yaşamı var eden biz işçi ve emekçiler için; adalet sistemine, eğitim sistemine, sağlık sistemine güvenmek doğal bir ihtiyaç. Her an yalan üretme makinesi gibi çalışan siyasi iktidar ve burjuva medya türlü yalanlar anlatsa da yaşamın gerçeği her saniyesinde bu düzene güven olamayacağını gösteriyor. Sağlıktan eğitime ve adalete her yerde tanık olduklarımız bunun ispatıdır.
Daha yakın dönemde hepimizin canını yakan yenidoğan çetesini hatırlayalım. Sağlık Bakanı bırakın sorumluluk almayı, ekran karşısına geçip “bize güvenin” dedi. Peki, işçi ve emekçiler sağlık sistemine güven duyuyor mu? Hayır! Sadece sağlık hizmeti bekleyen işçi ve emekçiler değil, sağlık emekçileri de güven duymuyorlar ve yaptıkları eylemlerde, basın açıklamalarında bunu dile getiriyorlar. Güven köprüsü yıkılalı hayli zaman oldu. İşçi sınıfının mücadelesiyle, dişiyle tırnağıyla, kavga vererek kazandığı yani egemenlerin vermek zorunda kaldıkları sağlık, eğitim gibi haklar zamanla elimizden alındı, tırpanlandı, içi boşaltıldı. Yani işçi sınıfının sözünü söylemediği her anda adım adım geriye gitti haklarımız.
Bu düzende sağlık sistemine güvensizlik, sadece verilen tedaviler için değil aynı zamanda önleyici sağlık hizmetleri (aşı uygulamaları) için de geçerlidir. Aşının tarihi oldukça eskilere uzanır. Geçtiğimiz günlerde bir bebek beyin kanaması nedeniyle yoğun bakıma kaldırıldı. Sebebiyse doğumda yapılması gereken ve kanamadan koruyan bir vitamin aşısının yapılmamasıydı. Bu koruyucu uygulamaya ailesi izin vermediği için yapılamamıştı. Hiçbir anne ve baba çocuğunun bile bile zarar görmesini istemez. Ama ortada bir sorun var elbette. Aşı gibi insanlığın bugüne gelmesinde ciddi etkileri olan bir tıp uygulamasına dahi güven sorunu yaşıyoruz. Nasıl olmasın ki?
Tıpkı bir köprü gibi, güven de iki taraf arasında sağlam ve güvenli bir bağlantı oluşturur. Bir köprünün inşası dikkat, özen ve sabır gerektirir; aynı şekilde, güven de zamanla inşa edilir ve sürdürülür. Bir köprü nasıl her türlü hava koşuluna dayanıklı olmalıysa, güven de zorlu durumlara, belirsizliklere karşı dayanıklı olmalıdır. Bir köprü yıkıldığında, iki taraf arasındaki bağlantı kesilir; aynı şekilde, güven kaybedildiğinde, insanlar arasındaki ilişki ve bağlar zayıflar veya kopar. Bu düzen insan başta olmak üzere her şeye yönelik bir güvensizlik yaratıyor, güvensizlik saçıyor. O sebeple insanın hem akıl hem biyolojik sağlığına zararlı! İşte bizler öncelikle işçiler arasındaki güven köprüsünü her birimiz birlikte yeniden inşa ettiğimizde güveneceğimiz sağlığa, eğitime ve adalete kavuşabiliriz. Unutmayalım ki beklemek fayda etmez. Birbirimize güvenelim, sınıfımıza güvenelim, hayalimizdeki güvenli, sağlıklı ortamı birlikte var etmeye çalışalım. Örgütlüysek her şeyiz, örgütsüzsek hiç bir şey!