
İrfan Yalçın’ın “Ölümün Ağzı” romanı, 1940’lı yıllarda Zonguldak köylüsünün “mükellef” adı altında bedavaya çalıştırıldığını belgeleyen bir tanıklıktır. Dönemin tek partili rejiminde, İsmet İnönü madeni teftişe gittiğinde, karşısına dizilen madencilerden biri aniden yere yığılır. Sara hastası olduğu söylenir. İnönü’nün cevabı ise tarihe kazınır: “Saralı da olsa çalışacak!” Yani yoksulların sağlıklısı da hastası da sömürülmek zorundaydı.
Aradan 85 yıl geçti. Teknoloji baş döndürücü hızla gelişti. İşçi sınıfı mücadelelerle birçok hak kazandı. Bir zamanlar eve kapatılan engelliler, bugün toplumda görünür hale geldiler. Kendi ekmeklerini kazanıyor, sosyal yaşamın içinde yer alıyorlar. Örgütlü mücadeleyle, engelli işçilere 15 yıl sigortalılık ve 3600 gün primle emeklilik hakkı tanındı. Ancak AKP’li yıllarda bu haklar da bir bir gasp edilmeye başlandı.
2008’de çıkarılan yasa değişikliğiyle tüm işçi sınıfının haklarına saldırıldığı gibi, engelli işçilerin de kazanımları budanmaya başlandı. Önceden engel oranı %40 ile %80 arasında olanlardan yalnızca 15 yıl sigorta ve 3600 prim günü istenirken, bu süreler kademeli olarak artırıldı. Bu saldırılar yıllar içinde devam etti.
Şubat 2025 itibarıyla yeni bir saldırı daha devreye sokuldu. Daha önce üç farklı hastalıktan %30+30+30 engelli oranına sahip olanlar %90 sayılarak yüksek orandan emekli olabiliyordu. Şimdi ise her bir hastalık ayrı değerlendirilecek ve engellilik toplam sayılmayacak. %90 engelli işçiye “sen aslında sağlıklısın” denilecek. Ayrıca, tek hastalıktan %40 üzeri engelli raporu almış olanlardan da yeni kurul raporu istenecek ve bu oranların çoğu bilinçli olarak %40’ın altına çekilecek. Bu sadece çalışanlar için değil, geçmişte bu raporla emekli olmuş olanları da kapsıyor. Raporları düşürülenlerin emeklilikleri iptal edilecek, aldıkları maaşlar faiziyle geri istenecek.
Faşist rejim ve onun sözcülüğünü yaptığı sermaye sınıfı açıkça ilan ediyor: “Sağlam da olsan, hasta da olsan, sakat da olsan ölene kadar çalışacaksın!”
Sevgili işçi kardeşlerim, anlatmak istediğim şu: Patronlar sınıfı ve onların iktidardaki temsilcileri, dünden bugüne büyük bir planla hareket ediyor. Sermaye sınıfı tepeden tırnağa örgütlü. Ya biz işçi sınıfı? Ne yazık ki bir bütün olarak örgütlü değiliz. Olsaydık, dişimizle tırnağımızla kazandığımız haklarımız bu kadar kolay elimizden alınabilir miydi? Örgütsüz kaldığımız sürece sadece haklarımız değil, canımız da tehdit altında. Bu nedenle birliğe, dayanışmaya ve örgütlü mücadeleye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.