
Kısa bir zaman öncesine kadar direnişte olan, direniş boyunca pek çok kez polis saldırılarıyla yüz yüze gelen bir işçi kardeşimizle 19 Mart’tan sonra yaşanan protestolarla ilgili haberleri izliyor, sohbet ediyorduk. Bir anda öfkeyle, “şunlara bak, polise, devlete karşı geliyorlar!” dedi. Kendisine direniş boyunca polisle defalarca karşı karşıya geldiğini hatırlattığımızda ve o zaman ne hissettiğini sorduğumuzda bir müddet düşündü. Sonra kendi söylediğine kendisinin de şaşırdığını söyledi mahcup bir edayla.
Direniş yaşamış bir işçinin kendi deneyimlerini unutarak hak arayan insanlara tepki duyması nasıl mümkün olabiliyor? Bunun temelinde sermaye sınıfının hizmetindeki medyanın yalanlarının, iktidardakilerin kutuplaştırma politikalarının zihinleri felçleştirmesi var. İşçi, bu yalanların etkisiyle zehirleniyor, olaylara kendi sınıfının gözüyle değil patronların, egemenlerin, iktidarın gözüyle bakıyor. Dostu düşman, düşmanı dost sanıyor. Oysa direniş sırasında gerçek tüm açıklığıyla ortadaydı: Patronlar ve iktidar, işçiye ve hakkı için mücadele eden herkese düşmandır! İşçiler ve emekçilerse aynı özlemleri taşırlar, kardeşlik ve dayanışmaya, haklarını birlikte aramaya ihtiyaç duyarlar, güçlerini birlikten alırlar.
İnsan hangi kaynaktan beslenirse, onun suretine bürünür. İşçiler direnişteyken, örgütlü davranır, mücadelenin, dayanışmanın gücünden beslenir, gözleri hakikati görür. Fakat tek başına kalıp düzenin yalanlarıyla, kışkırtmalarıyla beslenmeye başladığında, kendi safını şaşırır. Kendisinin, kendi sınıfının çıkarlarını unutur, onu ezenlerin safına savrulur.
İşte bu yüzden, işçi sınıfının aklı da hafızası da gücü de örgütlülüğüdür. Örgütlü işçi egemenlerin yalanlarını, tuzaklarını görür. Hangi kılıfa sokulursa sokulsun, işçiyi işçiyle karşı karşıya getiren yalanların, politikaların, sömürü düzenini beslediğini bilir. İşçiler olarak örgütlenelim ki birbirimize değil, sermayenin ve iktidarın yalanlarına sırt çevirelim.