
Bazı insanlar vardır, kalpleri sadece kendileri için değil, tüm insanlık için, yeryüzünün tüm canlıları için özgürlük tutkusuyla çarpar. Tıpkı Haziran ayında sonsuzluğa uğurlanan üç yürek işçisi gibi. 3 Haziran 1963’te Nâzım Hikmet’in, 2 Haziran 1970’te Orhan Kemal’in ve 2 Haziran 1991’de Ahmed Arif’in yürekleri son kez attı. Fakat onlar, safı belli şiirleri, öyküleri, romanlarıyla, zalimlere karşı başı dik duruşlarıyla işçi sınıfının göğüs kafesinde yaşamaya, mücadelenin bir parçası olmaya devam ediyor.
İşçi sınıfının şairi Nâzım Hikmet yaşamının büyük kısmını hapiste ve memleketinden uzakta sürgünlerle geçirirken, fakir milletine tek ikram edebildiği şeyin kalbi olduğunu söylüyordu. “Yarısı burdaysa kalbimin/ yarısı Çin’dedir, doktor./ Sarınehre doğru akan/ ordunun içindedir./ Sonra, her şafak vakti, doktor,/ her şafak vakti kalbim/ Yunanistan’da kurşuna diziliyor…” diyordu. İnsanın dünyaya sadece bulunduğu yerden bakamayacağını, dünyanın acılarını, sevinçlerini, kavgasını ve umudunu hiç görmese bile yüreğinde taşıyabileceğini bildiriyordu. Çünkü kendi deyimiyle her mili bahride, her kilometrede dostu ve düşmanı olduğunu biliyor ve şöyle tarif ediyordu onları: “Dostlar ki bir kerre bile selamlaşmadık/ aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz.”
Nâzım’ın mücadele dolu yaşamı, kişiliği ve eserleri kapitalist sistemin çelişkilerini gören gözleri kendine yaklaştırıyordu. Yasaklı kitapları işçilerin, öğrencilerin ellerinde dolaşıyor, dönemin egemenlerine meydan okuyordu. Selanik’te doğan Nâzım’la Çukurovalı Orhan Kemal’in yollarının kesişmesi de işte bu sebeptendi. Nâzım’ın kitaplarını okuduğu için hapse atılan Orhan Kemal yoksul işçilerin hayatlarını, hayallerini, mücadelelerini anlattı romanlarında.Nâzım’ın şiirleriyle yansıttığı kapitalist dünyanın dertlerini ve işçi sınıfının mücadelesini o, romanlarındaki hayatlarla anlattı. Romanlarında yalnızca sorunları değil, aynı zamanda insanlığa duyduğu büyük sevgiyi, halklara olan inancını da ortaya koydu.Örneğin Vukuat Var romanında şöyle diyordu: “Öyle yürekler vardır ki, insanlığı topyekûn severler. Öyle bir düzen için çaba sarf ederler ki, insanlar mutlu olsunlar, dünya nimetleri önlerine bir kardeş sofrası gibi açılıp saçılsın.” Orhan Kemal için de yazmak yalnızca anlatmak değil, safını belli etmekti. O, işçi sınıfının alın teriyle kurduğu bir dünyada, emeğin hak ettiği değeri bulduğu bir düzenin mümkün olduğunu savundu.
Orhan Kemal’in romanlarıyla yaşattığı Çukurova, sonraki yıllarda Diyarbakır doğumlu Ahmed Arif’in dizelerinde de yaşadı. Ahmed Arif daha okul yıllarında Nâzım’a hayranlık duyardı, onun gibi şiirle anlattı, yaşadığı coğrafyanın diliyle anlattı düzenin bozukluğunu. Anadolu’nun dağ köylerinde ağıtlar yakan anaların kalbinin sızısını da anlattı, barıştan, kardeşlikten, geleceğin umudundan da seslendi dizelerinde. Egemenlerin çizdiği sınırların ötesinde bir yaşam düşüyle yanan yüreğiyle “pasaporta ısınmamış içimiz” diye yazdı 33 Kurşun şiirinde. Aynı kültürü, aynı dertleri, aynı toprağı paylaşan insanların ayrıştırılmasına, devletlerin zalimliğine sitem etti, başkaldırdı dizeleriyle. Tıpkı Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal gibi o da fikirleri uğruna hapsedildi. Fakat yine onların kalbiyle aynı sevdayla tutuşan kalbi, kanatlı kuşlar gibi dünyanın her yerinde süzülerek uçtu. İçerde kaysıların çiçek açışını düşlerken diğer yandan şöyle dile getiriyordu dışarıdaki hayata hasretini: “Kalmışsın en güzel kavgaların haricinde/Kalbin, Zonguldak’ta çökmüş bir kuyu/Kafan, sokak çarpışmasıdır Çin’de”
Dünyanın egemenleri bugün de halkları boğazlıyor, emperyalist savaş yayılıp genişlerken kadın, erkek, çocuğuyla emekçiler büyük bir katliamın ortasında nefes almaya çalışıyor. Düzenin efendileri milliyetçiliği kışkırtıyor, göç yollarına sürükledikleri insanlara karşı sınırlarda duvarlar yükseltiyor. Ama yüreği insanlık için çarpanlar, bu karanlığa karşı bir ışık gibi yanmaya, dünyanın her yerinde kapitalist sömürüye ve savaşlara karşı mücadeleyi yükseltmeye devam ediyor. Nâzım’ın “aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz” dediği o insanlar, bugün dünyanın dört bir yanında savaşlara, sömürüye, açlığa ve baskıya karşı direniyor.
Çünkü her ne kadar egemenler bastırmaya, köreltmeye çalışsa da, sınırları aşıp evrenselleşen duygular vardır. Egemenlerin yarattığı yapay ayrımlara ve çürümüş değer yargılarına savaş açan yürekler vardır. Tıpkı Nâzım’ın kalbinin bir yarısının Çin’de, bir yarısının Yunanistan’da atması gibi… Tıpkı Orhan Kemal’in insanlığın önünde bir kardeş sofrası kurulmasını düşlemesi gibi… Tıpkı Ahmed Arif’in “pasaporta ısınmamış” yüreğinin kardeşlik için çarpması gibi... Bu güçlü yürekler aramızdan ayrılsa da onların duyguları hâlâ gerçek, satırları hâlâ sıcak ve düşledikleri dünyayı kurma mücadelesi sürüyor. Geçmişten bugüne yüreklerini yüreklerimizin yanında taşımaya, mücadele azmiyle yürümeye devam edeceğiz. Ve insanlığın kurtuluşu için atan yürekleri çoğaltarak kuracağız kardeşliğin, barışın ve özgürlüğün dünyasını.