
Eskişehir Seyitgazi’de 23 Temmuz sabah saatlerinde çıkan orman yangınına müdahale etmeye çalışırken 5 orman işçisi ve 5 AKUT gönüllüsü alevlerin içinde kalarak hayatını kaybetti, 14 kişi de yaralandı. Türkiye haftalardır orman yangınlarıyla kavrulurken, binlerce hektar ormanlık alanın kül olması içimizi yakarken bu kez bir toplu katliamla, aslında iş cinayetleriyle içimiz yandı. Çok zor şartlarda canı pahasına yangını söndürmeye çalışan 10 insanımız, yine siyasi iktidarın rant politikalarının, umursamazlığının ve ihmalkârlığının kurbanı oldu.
Haziran ayından bu yana 47’den fazla kentte meydana gelen yüzlerce yangında bir kez daha gördük ki yangınla mücadelede gerekli önlemler alınmıyor, yangın söndürme uçakları ve diğer ekipmanlar yetersiz kalıyor. Canları pahasına yangınları söndürmeye çalışan orman işçilerini ve gönüllüleri koruyacak hiçbir önlem alınmıyor. Orman Genel Müdürlüğü bütçesinin toplam bütçe içindeki oranının 2019’da yüzde 4,5 iken 2025’te yüzde 3,3’e gerilemiş olması bile çok şey anlatıyor. Çoğu mevsimlik işçilerden oluşan orman işçileri çok düşük ücretlerle ve ağır koşullarda çalışıyorlar. Yangınla mücadele primi olarak günlük 53 lira alan işçilerin ortalama maaşları yalnızca 35 bin lira. Sayıları ve ekipmanları yetersiz olduğu için yangınlara yetişemiyorlar ve ne yazık ki Eskişehir yangınında tanık olduğumuz gibi iş cinayetine kurban gidiyorlar.
Türkiye’nin pek çok bölgesinde yangınlar içindeki canlılarla birlikte ormanları küle döndürüyor, orman işçileri ve gönüllüler alevler arasında can veriyor. İktidar sözcüleri her zamanki gibi sorumluluk üstlenmeyen, pervasız açıklamalar yapıyorlar. Mesela Tarım ve Orman Bakanı “Ben tekrar buradan 86 milyon vatandaşımıza hassasiyet, ekstra dikkat, bütün vatandaşlarımızın tabiri caizse bu konuda teyakkuzda olmalarını istirham ediyorum. Başka söyleyecek söz bulamıyorum çünkü biz 1 Hazirandan bu yana her şartta, her platformda, her açıklamamızda bundan bahsettik. Çok yüksek sıcaklık, rüzgâr, düşük nem artık bunu basit bir orman yangını olmaktan çıkardı. 10 fidan gibi kardeşimizi kaybettik. Üstüne söyleyeceğim hiçbir şey yok” diyebiliyor. İktidar ve Bakanlık olarak kendilerinin hiçbir sorumluluğu olmadığından o kadar emin ki kendi bakanlığına ya da ilgili kurumlara değil halka teyakkuzda olma çağrısı yapıyor. İklim değişiklikleri, hava koşulları, insan faktörü… Kendileri dışında herkes suçlu, herkes sorumlu! O yüzden de söyleyecek bir şeyi yok Bakanın…
Kendisinin söyleyecek bir sözü olmayabilir ama bizim var! Bundan önceki tüm iş cinayetlerinde, katliamlarda, yangınlarda olduğu gibi bu katliamın da sorumlusu insan canına zerre kadar değer vermeyen ama sermayenin çıkarları söz konusu olunca hizmette sınır tanımayan siyasi iktidardır, onun rant politikalarıdır, umursamazlığıdır. Kamu işçilerine düşük ücret dayatan, orman işçilerinin çalışma koşullarını ağırlaştıran, esnek ve taşeron çalışmayı yaygınlaştıran, yangına müdahale edecek araçları envanterinden çıkaran, ekolojik krize, iklim değişikliğine rağmen doğayı talan etmeye devam eden, ormanları sermayeye peşkeş çeken, elektrik dağıtımını özelleştirerek yangınlara daha fazla davetiye çıkaran rantçı, talancı, yağmacı iktidardır. Depremlerde on binlerce insanımızı beton altına diri diri gömen, İliç’te, Amasra’da, Soma’da, Ermenek’te yüzlerce evin ocağına ateş düşüren, Bolu Kartalkaya’daki yangında ailelerin çocuklarıyla birlikte yok olmasına neden olan da aynı yağmacı sermaye zihniyetidir. Doğayı yağma kaynağı, önlemleri gereksiz masraf olarak gören, suçluları koruyan iktidar zihniyetidir.
Ülkeyi her alanda yangın yerine çeviren, kendisini hesap vermek zorunda hissetmeyen, hiçbir sorumluluk almayan, değil ormanları, canlıları insan hayatını bile umursamayan bir yağma ve talan iktidarıdır karşımızdaki. Bugüne kadar iş cinayetlerinden depremlere, yangınlardan sellere gerçekleşen yüzlerce faciada tek bir istifa gelmedi, hiçbir sorumlu hesap vermedi, felaketlerin ardından önlem alınmadı. Mağdurlar, sonu gelmeyen mahkemelerle, cezasız bırakılan suçlularla, yangınlara açık çadır kentlerle, talan edilen zeytinliklerle, acele kamulaştırma girişimleriyle karşı karşıya bırakıldı, bunun gibi her türlü yolla adeta defalarca ve defalarca cezalandırıldı. Önlem alınmasını isteyenler, haksızlıkları protesto edenler polis şiddetine maruz bırakıldı, yerlerde sürüklendi.
Her felakette canımız daha çok yanıyor, içimizdeki öfke katlanarak büyüyor. Ama bilelim ki içimizdeki öfkeyi örgütlü bir güce dönüştüremediğimiz sürece yeni felaketler, katliamlar kapımızda bekliyor olacak. Tam da bu nedenle ne kadar zor görünürse görünsün işçi ve emekçiler olarak birliğimizi, örgütlülüğümüzü örmek zorundayız. Bizi yok sayanlara, canımızı umursamayanlara, işçi-emekçi düşmanlarına karşı örgütlü hareket etmek zorundayız. Çünkü böyle bir yağma, talan ve katliam düzeninin karşısında hayat kurtaran tek şey örgütlülüktür.