
İkinci Dünya Savaşının sonuna gelinmiş, Mihver devletlerin içinde yer alan Almanya ve İtalya savaşı kaybetmiş, Almanya ordusu koşulsuz teslim olmuştu. Avrupa’da savaş sona ermiş, savaşın galipleri SSCB, Amerika, İngiltere ve Fransa olmuştu. Savaş, Avrupa’yı bir ateş topuna çevirmiş, milyonlarca asker ve sivil insan hayatını kaybetmişti. Ama dünyanın yükselen gücü ABD için bu kan yeterli değildi! Daha denenecek kitlesel imha silahları, atom bombaları vardı. Bu savaşta Almanya’nın müttefiklerinden olan Japonya henüz teslim olmamıştı ama savaşı devam ettirecek ekonomik ve askeri gücü de kalmamıştı. Kimi kaynaklara göre Pasifikte bir milyondan fazla asker kaybetmişti. Japon egemenlerin koşulların ağır olduğu gerekçesiyle teslim olmayı reddetmesi ABD’li egemenlere bir bahane sağladı.
6 Ağustos 1945’te Japonya’nın Hiroşima kentinde insanlar, yaşayacakları cehennemden habersiz, güne başladılar. O gün şehrin 580 metre üstünde ilk atom bombası patlatılacaktı. Sabah 08.15 sularında atom bombasının patlamasıyla gökyüzünde parlak, bembeyaz bir ışık topu oluştu. Üç yüz elli binden fazla insanın yaşadığı şehir, saniyeler içinde enkaza döndü. Bombanın patladığı anda 70 bin kişi öldü. Yaklaşık 70 bin kişi de yaralandı. İkinci atom bombası 9 Ağustos’ta Nagazaki semalarına bırakıldı. Orada da saniyeler içinde 40 bin kişi öldü. O günün tanıkları gökyüzünde oluşan beyaz ışıktan gözlerini korumak için ellerini havaya kaldırdıklarında, röntgene bakıyormuş gibi parmaklarındaki kemikleri gördüklerini ifade ediyorlar. Radyasyon ve açığa çıkan 4000 derecelik ısı nedeniyle her şey, herkes yanıyor, karbona dönüyordu. Çelik, demir, granit eriyor insanlar buhar oluyordu, şehir o güne tanık olanların deyimiyle, kızıl bir okyanusa, ölüm şehrine dönmüştü. İnsanların bedenleri gibi bütün dünyaları da yanmıştı. Vücutlarındaki yanıklarla insanlar, nerede olduklarını bulmaya çalışıyorlardı. Cehennem denilen bir yer varsa tam olarak burasıydı. Doktorlar yoktu, hastaneler yanmış veya yıkılmış bir durumdaydı. İnsanlar ne olduğunu anlayamadıkları gibi ne yapacaklarını da bilmiyorlardı. İki şehre atılan atom bombaları ile yaklaşık 300 bin insan can verdi. Radyasyona maruz kalan yüz binlerce insan kanser, genetik bozulmalar, sakat doğumlarla cebelleşirken, hastalıklar gelecek kuşaklara taşındı.
ABD Başkanı Truman’ın talimatıyla Japonya’ya yüzlerce ekipten oluşan mühendis, doktor ve bilim insanı gönderildi. On hafta boyunca istihbaratlar toplandı. Yaptıkları deneyin sonuçlarını merak ediyordu ABD’li egemenler! Sağ kalan hastalarda kelleşme, kusma başlamış, vücutlarında mor lekeler çıkmaya başlamıştı. Bilim insanları ve doktorlar bu durumun nedeninin radyasyon zehirlenmesi olduğunu biliyor ama tam olarak değerlendiremiyorlardı. Çünkü bu deneyleri sadece tavşanlar üzerinde uygulamışlardı. Çeşitli sağlık komisyonları ve ekipler kuruldu ama egemenlerin dertleri buradaki insanları tedavi etmek değil, ellerindeki silahı daha büyük katliamlara hazırlamaktı. Diğer taraftan da kendilerine karşı yapılacak nükleer saldırılara karşı, önlemleri ve tedavi yöntemlerini öğrenmek istiyorlardı. Sözde bilim insanları ve doktorlar yüz yirmi bin kişiyi uzun yıllar takip etti. Ne kadar araştırma, belge ve fotoğraf varsa ABD’li yetkililer tarafından el konuldu ve saklandı.
İnsanlık tarihinin en acımasız, utanç verici katliamlarından biri gerçekleşmişti. Fakat ABD’li egemenler Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attıkları atom bombalarıyla İkinci Dünya Savaşını bitirmekle, dünyanın en büyük gücü olarak sivrilmekle övündüler. Bugün nükleer silahlara sahip ülkeler diğer ülkeleri tehdit ediyorlar. Dünyamıza dönüşü olmayan felaketler getiren bu katliam araçlarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Tüm ülkeler en büyük bütçeleri, silahlanmaya ayırıyor. Çıkarları uğruna emperyalist savaşı körüklüyorlar. İşçileri, emekçileri bunun ülkenin güvenliği ve bekası için elzem olduğuna ikna etmek istiyorlar. Ama dünyanın dört bir yanında emperyalist savaşa karşı meydanlara çıkan milyonlar, egemenlerin uğursuz planlarına rağmen işçi sınıfının kapitalizme ve emperyalist savaşa karşı mücadelesinin durdurulamayacağını gösteriyor.
Dünyayı cehenneme döndürenlerin yalanlarına inanmak, onlardan çözüm beklemek, yaşananlara kayıtsız kalmak, dünya işçi sınıfına telafisi olmayan acılar yaşatacaktır. Bize lazım olan barış ve kardeşlik içinde yaşamaktır. Böyle bir yaşam ise işçi sınıfının uluslararası birliği ve örgütlü mücadelesi ile mümkün olabilir.