
Camilerde en çok duyduğumuz sözlerden biri “faiz haramdır.” Urfa’da, hayatını borç-faiz kıskacında sürdüren biri, bir cuma hutbesi sırasında dayanamadı, minbere çıktı ve şöyle seslendi: “Hoca, faizin haram olduğunu söylüyorsun da, gerçeği niye anlatmıyorsun? Faizi devlet uyguluyor, bunu da desene!” Cami cemaati içinden yalnızca bir kişi tepki gösterdi. Diğerleri sessizdi. Hoca ise yardımına koşan özel güvenlikçilerin gölgesinde hutbesine devam etti. Ama o sessizlik her şeyi anlatıyordu: Cemaatin büyük kısmı, içten içe hocaya değil, itiraz edene hak veriyordu. Çünkü faiz hepimizin canını yakıyor.
Kapitalizmin egemen olduğu bir düzende faiz, sömürü, rant ve borç döngüsü hayatımızın ayrılmaz parçası haline gelmiş durumda. İşçiler, emekliler, gençler, köylüler… Herkesin cebinde bir değil, birkaç kredi kartı var. Kredi kartı olmayan birini görenler uzaylı görmüş gibi bakıyor. İnsanlar kartı olmayana sanki çok zenginmiş gibi muamele etmekten, “bu değirmenin suyu nereden geliyor?” diye sormaktan bile çekinmiyor.
Erdoğan, yıllardır “faiz sebep, enflasyon sonuç”, “nas var, nas” gibi sözlerle gerçeği perdelemeye çalıştı. Ama bu sözler artık etkili olmuyor. Çünkü gerçekler sert; milyonlarca yoksul kredi kartına mahkûm, borçla yaşıyor. Ayı bitirmeden yeni borca batıyor, hayatta kalma mücadelesi veriyor.
Sendikaların verilerine göre 2023 yılına girilirken açlık sınırı 8.864 TL, yoksulluk sınırı 28.875 TL idi. 2025’te açlık sınırı 26.413 TL’ye, yoksulluk sınırı 86.036 TL’ye yükseldi. Buna karşılık asgari ücret 22.104 TL, en düşük emekli maaşıysa yalnızca 16.881 TL. Üstelik iktidarın borazanlığını yapan medya, asgari ücretin biraz üstünde maaş alan emeklileri “lüks içinde yaşıyor” diye göstermeye çalışıyor. Gerçekte ise açlık-yoksulluk sınırının çok altında yaşıyor emekliler.
Sermaye sınıfı ve onun siyasi temsilcileri yoksulları göz göre göre açlık çukuruna itiyor. Kendileri bu dünyada sahte bir cennette yaşarken, yoksullara “sabredin, sınav bu dünyada, cennet öte tarafta” diyorlar. Ama biz biliyoruz: Burjuvazi ve onların siyasetçileri, yoksulları kandıramadıkça bu düzeni sürdüremez. O yüzden işçilerin gözlerini görünmez gözbağlarıyla örtmeye çalışıyorlar. Milliyetçilikle zehirliyorlar. Dini inançları istismar ediyor, kendilerini “bir hırka bir lokma” ile yaşayan dervişler gibi sunuyorlar.
Ama gün gelir toplumlar değişir, işçiler uyanır, gerçekler ortaya çıkar. Sınıf bilinci gelişir ve örgütlü mücadele güçlenir. Biz işçiler, inançlara saygılıyız. Ama bizi bir araya getiren dinimiz değil, sınıfsal konumumuzdur. Bizi sömürenler tüm dünyada aynı sınıfa aittir: Burjuvazi! Onları tarihin çöplüğüne süpürecek olan da örgütlü işçi sınıfı mücadelesidir.