
Hüzünlüsün, biraz durgun, biraz da dalgınsın kardeşim.
Evet ve tabii olmadan, hayat zor bizim için.
Her gün, günün en aydınlık, en sıcak, en soğuk, en kıpır kıpır saatinde
Kapanmak dört duvar arasına, esaret saatlerine mahkum ve mecbur olmak zor.
Düşünmek gece gündüz…
Düşünmek varken; dalgaları, kuşları, çiçekleri, insanları,
hayatı, sevgiyi ve sevilmeyi…
Düşünmek; zincirlenmiş, sınırlanmış; duygular, fikirler
ve odun ateşinde harlanmış kaygılarla düşünmek;
ekmeği, bugünü, yaşamanın tabii olmayan ağırlığını,
Düşünmek zor.
Benim kardeşim,
Bir de düşün, ama zordan ve zorbalıktan ayırarak düşün.
Çapasını yaptığın tarlanın ilk yeşillenişini
Vidasını döndürdüğün makinenin ilk motor sesini
Kanadını taktığın uçağın göklerde süzülüşünü
Boyasını vurduğun geminin okyanuslarda seyrini
Belki içli bir türkü söylerken çimentosunu kardığın evden gelen ilk gülüşleri
Dantelini diktiğin gelinliği, paçasını kıvırdığın damatlığı giyenin mutluluğunu
Okumayı öğrettiğin çocuğun heyecanını
Sağlığına kavuşan teyzenin duasını…
Benim canım kardeşim,
Hüzünlüsün, biraz durgun, biraz da dalgınsın…
Ama hayat akıp gidiyor yanı başında ve o hayat pınarını akıtan, coşturan sensin, benim, biziz.
Biziz o akışın asıl sahibi.
İşte tam da bu yüzden,
Bizim ne işimiz ne de çaremiz değil,
kendi umutsuzluğunda kayıtsız, yalnız ve umarsız kalmak.
Biz kendi yarattıklarımıza sahip çıkıp,
tabii olmayan bu gidişi tersine çevirebiliriz.