Merhaba dostlar. Size geçen hafta Lüleburgaz’da katıldığım mitingde tekrar duyduğum bir hikâyeyi anlatacağım. Bu hikâyeyi işçilere ilk anlatan kişi işçi sınıfının hocası Süleyman Hoca idi ve ben ondan duymuştum.
Hikâye şöyle: Bir havuzun içinde sazanlar hayatından memnun bir şekilde yaşıyorlarmış. Sazanlar havuza atılan her yemi ağızlarını açıp beklerlermiş, armut piş ağzıma düş misali. Hiç hareket etmeyen bu sazanlar bir gün öyle şişmişler ki, hareketsizlikten ve fazla beslenmekten sanki ölecekler. Bunu gören balıkların sahibi nasıl bir çözüm bulayım diye arkadaşlarına danışmış. Onlar da havuza 2 tane kaya balığı at demişler. Havuzun sahibi 2 adet kaya balığını 8-10 tane sazanın yanına koyuvermiş. Daha sonraki günlerde havuza her yem atışında sazanlar ağızlarını açmışlar ama bir türlü yem gelmiyormuş. Nedeni ise bizim kaya balıklarımız hareketsiz sazanlardan önce yemi kapıyorlarmış. Çok yem yemekten ve hareketsizlikten ölüm tehlikesi yaşayan sazanlar, bu sefer bakmışlar ki açlıktan ölecekler, kaya balıklarından önce bir şeyler kapmak için bir iki hamle yapmaya başlamışlar. Zamanla, yemlere atlama hamleleri sayesinde 4-5 yemden 1-2 sini kapmasını başarmışlar. Bu süreç, bir süre sonra sazanların zayıflamasına ve çevik bir şekilde her yeme atlayabilir hale gelmelerine neden olmuş.
Evet dostlar sazanlar neden her şeye atlıyor, böylece öğrenmiş olduk. Sazanların ve kaya balıklarının hikâyesi bu. İşçi sınıfının bugün içinde bulunduğu ataletten kurtulması için de kaya balıklarına yani öncü işçilere büyük görevler düşüyor. Ancak öncü işçiler işçi sınıfını mücadeleye sevk edebilir. Demek ki bu gün bizim kaya balıklarına ihtiyacımız var. Her havuza 1-2 tane kaya balığı atmak lazım, sizce de öyle değil mi?