Dershane ve onlara bağlı yayıncılık sektöründeki şirketlerde de, kapitalizmin her sektöründe olduğu gibi işçiler için ağır çalışma ve yoğun sömürü koşulları mevcut. Kutsal bir alanda faaliyet yürüttüklerini söylemeyi pek seven bu sektörün patronları, bizlerin de çalışmalarımızla bu kutsal göreve hizmet ettiğimizi ikide bir dillendirerek bizleri avutmayı denerler. Ama çok iyi biliyoruz ki tüm bu kuruluşlar ve burjuvazinin eğitim sistemi, öğrencileri sistemin ideolojisi ile sınırlandırılmış alanlara hapsetmeye hizmet ederler. Bizlerin yoğun çalışmaları da sadece onların ceplerini doldurmaya yarar.
Ben de böyle bir yayıncılık firmasında çalışıyor(d)um. İşyerimizde yapılan baskılar işçileri canından bezdirmiş durumdaydı. İşyerinde kriz bahanesiyle baskıların artması, dayatılan zorunlu mesailer, ücretlerin düzenli ödenmemesi, ücretlerimizden kesintilerin yapılması, mesai ücretlerinin verilmemesi, işe geç kalmalarda işten atma tehditleri, performans tutanakları, yıllık izinlerin yönetim tarafından Ocak ve Nisan aylarında kullanılmaya zorlanması gibi sorunlar yaşıyorduk. Bunun üzerine toplantı talep ederek, huzursuzluklarımızı patrona dile getirmeye çalıştık. Fakat her seferinde bize kapı gösterildi.
Çoğu arkadaşımızın işi kaybetme tedirginliği nedeniyle geriye çekilmesi patronun baskılarını üzerimizde daha da yoğunlaştırdı. Yönetim toplantılar esnasında bizim taleplerimizde ısrarcı olmamamızı fırsat bilerek “uygulamalara karşı rahatsız olan varsa işte kapı” gibi tehditler savurdu. Aslında işyerinin kalbi olan yayın bölümündeki arkadaşlarımıza daha cesaretli olmamız gerekliliğini, bu kuruluşun bizler sayesinde buralara geldiğini, krizi bahane eden patrona karşı söylenecek sözlerimizin olması gerektiğini defalarca konuştuk. Karşılıklı konuşmalar esnasında bir arkadaşım şöyle dedi: “Daha önce bu bölümde dediğin durumlar yaşandı ama birkaç arkadaşımızı işten attılar ve bu da bizim gözümüzü korkuttu. Bu adamlar acımasız, en ufak bir kıpırtıda kapıyı gösteriyorlar, aramızda da birlik yok, birbirimize güvenemiyoruz. Bu şekilde ne yapabiliriz, aynı şeyi bize de yaparlar.” Arkadaşımızın bu sözleri üzerine bir başka arkadaşımız da, “işten atılırsam nasıl iş bulurum, çocuklarımı okutmam gerek, üstelik kiracıyım, kredi borçlarım da var” dedi. Ama saldırılar arttıkça hepimiz anlayacağız ki korkunun ecele faydası yok.
Arkadaşlarımıza patronların işçilere nasıl ayak oyunları yaptıklarını çok iyi görmemiz gerektiğini, işyerinin daha çok kazanmasının bizim değil patronun çıkarına olduğunu ve şirketin krizden güçlenerek çıkmasının bizlere kesinlikle olumlu yansımayacağını anlatmaya çalıştık. Patronun “hepimiz aynı gemideyiz” demesinin tek nedeni, krizin faturasını bizlere çıkarmak, işyerimizin sözde ikinci evimiz olduğunu söylemesi de işlerinin aksatılmaması ve daha hızlı çalışmamız için.
Evet, üretenler olarak işten atılma korkularımız olacaktır, fakat bizler korktukça patronlar üzerimize daha çok yükleneceklerdir. Bugün fabrika işçisinden büro işçisine kadar her alanda birbirimize kenetlenmeli, bu korkuları bir kenara atıp aramızda sıkı bir bağın ve güvenin örülmesinin temellerini atmalıyız. Ayrıca sendikaya olan ihtiyacın önemini vurgulamalı ve işyeri komitelerine duyduğumuz ihtiyacın yakıcılığını daha çok işçiye kavratmalıyız. Gücümüz birliğimizden gelir, bu birliğin oluşması için ter akıtmalıyız. İşçi sınıfının bireyleri olarak bunları gerçekleştirmezsek eğer, patronlar kriz bahaneleriyle işimizi elimizden alacak, bizleri kapının önüne koyacaklar. Patronların saldırılarına karşı uyanık olmak zorundayız.
İşten Atılmalara ve Krize Karşı İşçi Sınıfının Mücadele Saflarında Örgütlenelim!