Sendikalar işçilerin sermayeye karşı haklarını almak ve geliştirmek için kurdukları yasal örgütlerdir. Bir başka deyişle sendikaları emekçilerin kalesidir. Bu anlamda sendika kavramının özellikle 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrasında maksatlı ve sistemli bir biçimde kirletilmeye çalışıldığı, bazı sendika ve sendikacıların da buna alet edildiği çok iyi bilinmektedir.
Bu nedenle Türk Metal-İş Genel Başkanı Mustafa Özbek ve bazı yöneticilere yönelik yapılan operasyonların, bir sendikaya yapılan bir saldırı olarak algılanması bu ülkede gerçekten de tüm zorluklara rağmen işçilerin ekmekleri, hakları ve insanca yaşamaları için mücadele eden bizim gibi sendikalar ve sendikacılar için büyük bir ayıp olacaktır.
Sözlük tanımı ve tarihi gerçekliği içinde sendikacı adıyla asla bağdaştıramayacağımız ve hatta sendikacı kavramı ile yan yana gelmesi bile utanç verici olan bu kişilerin, yıllarca üyesi olan işçilere göstermiş oldukları tavır ve uygulamalar ne yazık ki, işçilerin canını işverenlerden çok daha fazla yakmıştır.
Örgütlü olduğu işyerlerinde işçilerden çok işverenlerin bir taşeronu gibi çalışarak yıllardan beri işçilerin haklarını korumak adına işçi kıyımlarını gerçekleştiren, otuz yıldır başında olduğu kurumu bir kışlaya çeviren, bırakın demokratik işleyişi, en baskıcı yönetim modellerinde bile az rastlanacak yöntemlerle yöneticilik yapmaya çalışan bu kişilerin, bugün karşılaştıkları durum, asla sendikalara ve sendikacılığa karşı yapılmış bir müdahale olarak algılanmamalıdır.
İşverenlerin işçileri işten çıkartmasına göz yuman, örgütlenmesini işçilerin talepleri üzerine değil, işverenlerin beklentileri ve çağrıları üzerine kuran, işçi aidatlarını adına kurduğu vakıf üzerinden kullanan, bazı iddialara göre ise, sahibi olduğu Avrasya televizyonu için aldığı reklamlar karşılığı on binlerce işçinin hakkını işverenlere peşkeş çeken böyle bir anlayışın sendikacılıkla ve sendika adıyla anılmaması gerekir.
Söz konusu operasyonlar sonucu ortaya çıkan tabloda bizi üzen, bu kişilerin gözaltına alınmaları değil, tam tersine bu kişilerin bir sendikacı olarak anılarak sendika ve sendikacı kavramalarının kirletilmesidir.
Yine bu operasyonlar sonucu ortaya çıkan tabloda bizleri üzen bir başka gerçek de, devletin, yıllardan beri hakkında bunca bilgiye sahip olduğu ve başta sendikalar kanunu olmak üzere birçok yasayı ihlal ettiği çok iyi bilinen ve 12 Eylül Askeri Darbesinin mahsulü olan bu anlayışın bunca yıldır neden görmezden gelindiğidir.
Adı sendikacılık sıfatıyla anılan söz konusu kişilerle ilgili olarak burada sayamayacağımız, ancak uhdemizde olan birçok olumsuzluğun, “Ergenekon iddianamesi” gibi hukuki açıdan tartışmalı ve spekülatif bir davayla bağlantılı olarak gündeme gelmesi ise Türkiye’deki sendikal hareket açısından bir talihsizliktir.
Bunun dışında Mustafa Özbek ve arkadaşlarının on binlerce işçinin ve ailelerinin haklarının aranması ve Türkiye sendikal hareketinin bu büyük lekeden kurtulması adına yargı önüne çıkmalarının, asla sendikaların ve sendikacılığın yargılanması olarak algılanmaması gerektiği kanaatindeyiz. Çünkü Özbek hanedanlığının yıllardan beri uyguladığı baskılarla işverenlere teslim ettiği on binlerce metal işçisinin kesemediği cezayı bugün yargı kesecektir.
Tüm kamuoyunun da söz konusu gelişmeleri bu biçimiyle değerlendirerek, durumu, sendikacılığa ve sendikalara karşı yapılmış bir müdahale olarak görmemesini, aksi taktirde bu tip değerlendirmeleri yapanların da aynı onlar gibi töhmet altında kalacağını, Türkiye’de işçi hakları için her türlü zorluğu göze alan ve bu uğurda mücadeleci bir çizgi izleyen Birleşik Metal-İş Sendikası olarak özellikle diliyoruz.