
Bundan altı ay önce arkadaşlarının işten atılmaları üzerine iş bırakan Marport Liman işçileri, önce işten atıldılar, sonra patronlarının şiddet uygulamasına maruz kaldılar. Diğer şirketlerde çalışan işçilere seslerini duyurmak için limana giden işçiler kendilerini jandarmanın karşısında buldular. Jandarma zoruyla iş sahasından işçileri uzaklaştıran patronların daha sonrasında da yapmadığı düzenbazlık kalmadı.
Gecenin bir yarısı karakola çağrılıp üç dört kişi tarafından yolu kesilen temsilciler, dövülüp yol kenarına bırakıldılar. Hastaneye kaldırılan temsilcilerin vücutlarının birçok yerinde darp izine rastlandı, kırıklar olduğu tespit edildi. Birçok kez de temsilcilikleri saldırıya uğrayan Marport işçileri tüm bu yıldırma çabalarına rağmen boyun eğmediler ve patronu mahkemeye verdiler. Hem kendilerinden önce işten atılan arkadaşlarının hem de kendilerinin işe iade edilmesi için patronu mahkemeye veren Marport işçilerinin görülen ilk davasında ilk 10 işçi mahkemeyi kazandı.
Peki biz işçiler olarak bundan ders çıkarmak zorunda değil miyiz? İşyerlerimizde bu tür baskıcı uygulamalara maruz kalmıyor muyuz? Bana dokunmayıp bin yaşasın dediğimiz yılan bir gün mutlaka dokunmayacak mı bizlere? Ücretlerimizi iki üç ayda bir, o da kesik kesik alan yine biz değil miyiz? Ve günde on iki hata on altı saat çalıştırılıp hafta sonu da zorunlu olarak mesailere çağrılan yine biz değil miyiz? Gerçekten de bizim hak ettiğimiz bu mu? Elini sıcak sudan soğuk suya koymayanlar, yan gelip yatanlar, gece gündüz zorunlu olarak bizi çalıştıran o asalaklar, servetlerine servet katanlar, bizi bir hiç olarak görenler, her şeylerini bizim emeğimizle bizim sırtımızdan elde etmiyorlar mı? Artık eti parçalayıp kemiğe saplanan bıçağı hissedemiyorsak kabahat patronlarda değil kabahat bizde. Nazım Usta’nın dediği gibi “demeye de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu sende”.
Marport İşçisi Yalnız Değildir!
Örgütlüysek Her Şeyiz Örgütsüzsek Hiçbir Şey!