Hayatın akışı içerisinde fabrikalarımızda bin bir türlü sorunla baş başa kalıyoruz. Her gün üstümüze bir yük daha vurulmasının yanı sıra ücretlerimizi gününde alamama, kalitesiz yemekler ve baskı altında çalışmalar günden güne çoğalmakta.
Fabrikada olan tüm bu olumsuzluklara rağmen üretim devam etmekte ve işçilere on iki saatlik çalışma dayatılmakta. İşçilerin bir kısmı tüm bu olumsuzlara lanet okumakla yetinirken kimileri de buna da şükür, bunu bulamayanlar da var demekte. Oysa biz elimizde olmayan bir şeye şükredemeyiz. Çalışırız, kazanırız, alırız, şükrederiz. Hakkımızı nasıl alabiliriz diye yaptığımız konuşmalarımızda genellikle işçi arkadaşlarımız “ben yaparım ama Çatalca’dan, Silivri’den gelenler yapmaz” diyor. “Kimle yapacağız ki?” cümleleriyle sıkça karşılaşıyoruz. Arkadaşlar, bizler her şeye önce kendimizle başlamalıyız. Biz kendimizde bir şeyleri başlatamazsak başkaları hiç başlatamaz. Önce karşımızdaki kişiye tek olmadığını hissettirmemiz gerekir. Biz bir şeyler yapmalıyız. Sorunlarımız çok ve günden güne de artacaktır hiç şüphesiz. Bu baskıları sona erdirmek “BİZ” kavramını gerçekleştirmekte yatıyor. “Ben” egosundan kurtulmalı “biz” olarak düşünmeliyiz. “Ben yaparım, diğer arkadaşımın da sorunu aynı, o neden yapmasın ki” mantığını kullanmalıyız.
İşçi arkadaşlar, çalıştığımız fabrikalar bizlerin sayesinde ayakta. Ahmetlerin, Mehmetlerin, Ayşelerin sayesinde ayakta. Bu gücümüzün farkına varalım artık. El ele verip;
ÜCRETLERİMİZİN ÜÇ AYDAN ÜÇ AYA VERİLMESİNE,
ON İKİ SAAT ÇALIŞMA DAYATMASINA,
KALİTESİZ YEMEKLERE ve TÜM EZİYETLERE son verelim!