Liman işçilerini üniversiteden bir arkadaşımla ziyaret etmeye gittik. Güzel sohbetin ardından işçilerden biri bizi evine davet etti. Bizler de işçi arkadaşımızın evine gittik. İşçi arkadaşımızın eşi ve çocukları bizi çok içten karşıladı ve bu duruma şaşırmış olan öğrenci arkadaşım şunları söyledi: “Ne kadar içten davranıyorlar ve sevecenler, sanki bu evin içinden biriymişiz gibi.” Daha sonra birlikte hazırladığımız yemeği yedik ve çaylarımızı yudumlarken çok güzel sohbetler ettik. Onlarla mücadele içinde kurduğumuz o güzel bağ tüm samimiyetiyle gelişiyordu. Akşam sımsıkı sarılarak, “yine gelin, siz bizim çocuklarımızsınız” diyerek uğurladılar bizi. Öğrenci arkadaşım uçuyordu sevinçten. “Sınıfımın yemeğini yedim” diyordu. Bunu söyleyen kişi aslında kendince mücadele etmenin gerekliliğini kavrayan ve bu yolda yürüyen devrimci bir öğrenci. Oysaki ne kadar uzak işçi sınıfından. Sadece okul içerisindeki eylemlerle ve basın açıklamalarıyla sınırlı kalmak demek, işçi sınıfının devrimciliğinden de uzak kalmak demek çünkü.
Bizler, UİD-DER’den sınıf mücadelesini öğrenen devrimci öğrenciler, işçi sınıfı içinde ve işçi sınıfıyla birlikte mücadele ediyoruz. Böyle olunca da, sınıf kavgasında yanında olduğumuz işçiler tabii ki kendi ailelerinden biri gibi görüyorlar bizi. Çünkü biz kocaman bir aileyiz. Dünyanın tüm güzelliklerini yaratan, farklılıkları yaşamlarının aynılığı içinde kaybolan bir aile. Birlikte aynı sofrayı paylaşmak bizleri şaşırtmıyor, çünkü biz aynı safı paylaşıyoruz. Safımız patronlara, onların maşalarına karşıdır. Safımız burjuvaziye karşıdır. Safımız, her şeyi üreten işçilerse yöneten de işçiler olmalı, der. Safımız dünyayı kendi karanlığına çeken kapitalizm ile bilinçli ve örgütlü bir şekilde mücadele eder. Safımız, YAŞASIN İŞÇİLERİN ULUSLARARASI MÜCADELE BİRLİĞİ, der.