Yaşadığımız sistem içerisinde işçiler birbirlerine yabancılaşıyorlar. Bu sömürü sistemi bizi köle gibi çalıştırmakla kalmıyor, birbirimize duyduğumuz güvenin sarsılmasına yol açacak her şeyi yapıyor. Ben limanda kaynakçılık yapan bir işçiyim, sendikal mücadelede ve direniş sürecinde anladım ki, işçiler birbirlerine güvenmeli, omuz vermelidir. Çünkü gerçek kimliğini fark etmeyen bir işçi sistem içerisinde kaybolur.
Biz hep “direnen işçi yenilmez” dedik. UİD-DER’in yaptığı etkinlikte 15-16 Haziran belgeselini izlediğimizde gördüm ki; işçiler onurlu mücadeleleri için, onurlu yaşamları için bir arada durarak insan onuruna yakışır bir mücadele vermişler. O coşkuyu izlediğimde öyle mutlu oldum ki, sanki o mücadele içindeki bizdik. Ve anladım ki, siyasal öndersizlik ilerleyemememizin en büyük nedeni. Bu sistemin çarkını değiştirebilecek kişiler, işçilerin içinden çıkan aydınlar, patronlar tarafından katlediliyor. Sistemin siyasi ve askeri gücü işçilere sınıf olduğunun farkına vardıran kişileri yok ediyor.
Oysaki bizlerin birbiriyle onurlu bir mücadele bağı varken patronların birbiriyle üç kuruşluk kâr bağları var. Bir işçiye gerçek sınıf kimliğini öğretmek, örgütlemek bizlerin geleceğinin teminatı iken, fabrika önlerinde bekleyen işsizler ordusu patronların geleceğinin teminatıdır. Bu yüzden bütün işçilerin gerçek kimliklerinin farkına varmaları ve bunun için mücadele etmeleri gerekir.