Derneğimizin Esenler temsilciliğinde “Savaş Tanrısı” adlı filmi hep birlikte izledik. Etkinliğe çeşitli sektörlerde çalışan işçi kardeşlerimizin yanı sıra Esenyurt’ta direnişlerini sürdüren belediye işçileri de katıldı. Film, bir merminin, fabrikada üretilmesinden Afrika’da bir çocuğun kafasını parçalayana kadar izlediği yolu göstererek başladı. Küçük bir silah tüccarı işin inceliklerini öğrendikçe en büyük silah tüccarlarından biri haline geliyor. Film, silah tüccarlarının sattıkları silahların ambargo uygulanan ülkelere nasıl sokulduklarını, devletlerin bu ticaretteki rolünü, bu ticaretin canlılığını koruyabilmesi için bölgesel çatışmaların nasıl kışkırtıldığını gözler önüne seriyor.
Perdeye yansıyan katliam görüntüleri, içimizdeki öfkeyi daha da körükledi. Verilen kısa aradan sonra başlayan sohbette, silahlanmanın dünya çapında ne kadar yaygın olduğu çarpıcı rakamlarla ortaya konuldu. Fabrikalarda bizi iliğimize kadar sömüren de, savaşları yaratan da, insanlığı toplu imhaya götüren de hep aynı: patronlar sınıfı ve onların sömürü düzeni.
Söz alan işçi arkadaşlarımız da, çalıştıkları işyerlerinde yaşadıkları sorunlarla filmde anlatılan sorunların kaynağının aynı olduğuna dikkat çektiler. Söz alan bir işçi kardeşimiz, çalıştığı işyerinde içtikleri suyun parasını dahi ceplerinden ödemek zorunda kaldıklarını anlattı. Ya örgütlü olsaydık, işler böyle mi yürürdü? Krizin faturasını biz mi öderdik? Patronların çıkarları için savaş cephelerine yollanmaya razı olur muyduk? Milyonlarca insanın topluca katledildiği savaşlar gerçekleşir miydi? Tabii ki hayır! O halde daha ne duruyoruz? Örgütlenmekten başka şansımız olmadığı açık değil mi?