Hepimizin bildiği gibi krizle birlikte tüm faturayı biz işçilere kesmeye girişen gözü dönmüş patronlar, bizlere kan kusturmaya devam ediyorlar. Ben metal işkolunda çalışan bir işçi olarak, çalıştığımız işyerinde krizden bize yansıyanların bir kısmını sizlerle paylaşacağım. O kadar çok saldırı var ki, şimdilik en yakıcı sorunumuzdan biri olan işsizlik fonunun gaspından bahsedeceğim.
Krizle birlikte sanki gerçekten de çok ihtiyaçları varmış gibi burjuva devlet patronlara “Aman sen işçileri çıkarma, ben çalıştıramadığın günlerin parasını ödeyeceğim” deyip bizi ateşin ortasına atmıştır. Devletin ballı kıyağı sonrasında bütün patronlar “biz bu yağmaya nasıl dâhil oluruz”un hesabına girişerek, evraklarda tek bir hata yapmamaya özen göstererek, titizlikle derslerine yoğunlaştılar. İlk önce bu yardımdan faydalanmak için işçi kıyımı yaptılar, ardından devletlerine başvurdular. Başvurmadan önce darbe tecrübeli rütbeli personel takımı da (bizim fabrikamızda yetkili bazı müdürler asker emeklisi) karşımıza dikilip “çok mağdur olduklarını” söyleyip birkaçımızla işlerinin bittiğini açıkladılar ve ardından hafta boyu devam eden ilk çıkışlarda onlarca işçi çıkarıldı. Bu sayılar sonraki aylarda giderek artacaktı. Üretim müdürümüz toplantı düzenleyerek artık çıkış olmayacağı fakat yine de kendimize çok dikkat etmemiz gerektiği, aksi halde olacaklardan kendisinin sorumlu olmayacağı tehdidini de peşin olarak yapıyordu. Devamında ise ellerinde kalan bu kadroyu bozmayacaklarını ekledi.
Bir toplantı da idare bölümü ve genel üretimden sorumlu insan kaynaklarından geldi. Krizden dolayı belirli zamanlar çalışılamayacağını ve bu çalışılmayan günler için bizleri düşünüp devlet yardımından bizler adına başvurup ödenek alacaklarını, gerekirse bu ödeneği alabilmek için bizim adımıza rüşvet de teklif edebileceklerini ifade ettiler. Güya bu işi halledemezse bu beceriksizliği erkekliğine sığdıramazmış insan kaynakları müdürümüz ve mutlaka halletmenin bir yolunu bulacakmış. Yani ne yapıp ne edip sigortada biriken işsizlik fonumuza “tecavüz” edeceklerini söylüyordu. Derken bir iki hafta sonra yine toplantı düzenlendi ve çok zor olsa da başvuruyu Ankara’ya kabul ettirdiklerini, bizim adımıza insan kaynakları olarak rüşvet götürdüklerini söylediler. Kuşkusuz maaşlarımızdan kesilen ücretlerin toplu bir şekilde verildiği çok açıktı.
Nihayet beklenen ödenekten yararlanabilmek için düzenlenen belge önümüze geldi ve ben önce okudum ve itiraz ettim. Çünkü bizim adımıza düzenlenen bu belgede “Ailevi ve kişisel problemlerimden dolayı 2 iş günü ücretsiz mazeret izni kullanmak istiyorum” diye yazılmıştı. Belgenin alt kısımlarında izin mazeret seçenekleri de vardı. Ben kabul etmedim önce ve bölümümüzde çalışan temsilcimize böyle bir belgeyi imzalamamız mümkün değil dedim. Temsilcimiz, “Benim haberim yok. Pazartesi sorarım. Şimdi geç yerine” dedi beni kandıracağını zannederek. Vardiya sorumlumuz da beni yerime geçmem gerektiğini söyleyerek uyarınca yerime geçtim. Bu esnada çoğunluğa çoktan imzalatılmıştı kâğıtlar.
Hafta başı oldu, ben sendika odasına gittim ve bu belgeyi imzalamamızın doğru olmadığını söyledim. Fakat rahatı yerinde olan temsilcimiz “Bunu biz talep ettik yoksa ya işçi atılacak ya da ücretler ödenmeyecekti” deyip beni başından savmaya çalıştı. Diğer bölümlerden de tepki gelince belgedeki “ailevi sorunlarım” bölümü kaldırılmış, sadece “mazeret izni kullanmak istiyorum” cümlesi aynen kalmıştı ve biz bu mazeret izin belgesini 6 ay boyunca zorla imzalamış olduk. Kimse itiraz etmiyor, çünkü hemen psikolojik baskıyla karşılaşıyor ya da işten çıkarmayla tehdit ediliyoruz. Bu da tabii ki örgütsüz olmamız nedeniyle yaşadığımız ayrı bir rezalet.
İlk başvuru süremiz doldu derken yıllık izinler yaklaştı. Yapacağımız tatili önce hak etmemiz gerekiyormuş gibi bir muameleye tâbi tutularak, acil sipariş gerekçesiyle izin öncesi aralıksız eksik elemanla yoğun bir şekilde çalıştırıldık. Yani bize izin yapacak olduğumuz sürenin stoklarını tamamlattılar. İzin dönüşü ise tekrar ödeneğe başvurulduğunu ve bu son başvurudan sonra ne olacağını bilmediklerini söylediler.
Bu arada bizim işsizlik fonumuzdaki paraların tek tek patronlar tarafından işin bir şekilde kitabına uydurulmasıyla tırtıklanması yetmezmiş gibi, fonumuzun bir kısmının hükümet tarafından bizlere sorulmaksızın bir kararla Karayolları Müdürlüğüne aktarıldığını da öğrendim. İşçi sınıfının örgütsüz olması patronların iştahını kabartıyor. Çoğu sigortasız işçi çalıştırıyor, asgari ücretten sigorta ödüyor ya da elde avuçta kalan sosyal hakları da elimizden almaya çalışıyorlar. Peki, biz işçiler bunun karşısında durup bekleyecek ya da çaresizlikten sızlanıp ağlayacak mıyız? Elbette ki hayır. Bizler var olan haklarımızı koruyarak elimizden alınan bütün hakları bir bir geri almak için mücadele etmeliyiz.
Biz bu ödenekten 2. kez yararlanıyoruz ama ya sonrası ne olacak biliyor musunuz? Patron bizi işten attığında işsizlik fonundan yararlanma hakkımız kalmayacak. Bir de uzun zaman iş bulamadığımızı düşünün. Kira birikecek, faturalar, dengesiz beslenme ve hastalık, devamında psikolojik bozukluklar ve aile içi kavgalar, çatışmalar başlayacak. Bunlar henüz çalışmakta olan işçi arkadaşlarım için geçerli. Ama işsiz kalan birçok ailede bunlar zaten yaşanıyor. Bazı aileler çocuklarını okuldan almak zorunda kaldı. Buna rağmen, burjuvazi utanmadan “eğitim seferberliği” lafını dilinden düşürmüyor.
Sevgili işçi dostlarım eğer biz örgütlenmezsek, sadece işsizlik fonu değil kıdem tazminatlarımız da tehlikede. Bu yaşanan sorunlar yalnızca bir işyeri ile sınırlı değil, işçi sınıfı sayesinde dönen dünyada, tüm patronların birbirinden farklı olmaksızın aynı amaç için saldırdıklarını biliyoruz. Acil alarmla bu gasplara dur demeliyiz. Mücadeleye başlamak için patronların tokatlarının yüzümüze tekrar tekrar inmesini beklemeyelim.