Kapitalist sistem tarihinin en büyük ve en derin ekonomik krizlerinden birini yaşıyor. Ben bir metal fabrikasında çalışıyorum. Krizin ilk başladığı günlerden beri etkilerini bizler de yaşıyoruz. Fabrikamızda ilk önce 2008’in son aylarında sözleşmeli işçileri işten attılar. Ne sendikamız ne de biz işçiler işten atılmalara karşı bir duruş göstermedik. Ve patron o kadar iyi niyetliydi ki, birkaç gün sonra kadrolu işçilere tüm haklarını vererek işten ayrılmak isteyenlere ayrılma hakkı tanıdı! Bunun üzerine ayrılanlar oldu. Ayrılanlar kredi vb. borçlarını kapatmak için ayrılmıştı. Bu durum için de sendikamız ya da biz bir şey yapmadık.
Sonrasında izinler başladı. 2008’den kalan ve 2009 yılına ait yıllık izinlerimizi Ocak ayında kullandık. Fabrika tarihinde belki de ilk kez tüm arkadaşlar aynı anda izne çıktı ve fabrika sessizliğe gömüldü. Devamında tüm izin haklarımızı kullandırdılar. İzinlerin bitiminde haftalık çalışma gününü dört güne düşürdüler. Çalışmadığımız iki günün bir gününün ücretini ödeyecek ama iki günün sigorta primini yatırmayacaktı patron! Yani diyordu ki, “bir gün benden bir gün sizden!” Öyle ya genel müdürün dediği gibi, “bizler aynı gemideyiz, krizin etkilerini birlikte atlatacağız”. Biz yine bu durumu kabul ettik, tepki göstermedik. Elbette tepki gösterenler vardı ama bunlar azınlıktaydı.
Bir süre sonra devletin kısa çalışma ödeneğinden yararlanmaya başladı işyerimiz. Dokuz aydan beri kısa çalışma ödeneğinden yararlanıyoruz. Haftanın ilk üç günü çalışmaya başladık önce. İlerleyen süre içinde işçilerin bir kısmı haftanın ilk üç günü, diğerleri ise son üç gün gelmeye başladı. Patron haftayı boş geçirmedi yani. İlkin üç ay olarak alınan bu ödenek, bir üç ay daha ve devamında altı ay daha uzatılarak bir yıla tamamlandı. Bitmesine birkaç ay var. Peki, bitiminde neler olur, hiç düşündün mü işçi kardeşim? Bu ödenekle işveren, işçilerin çalışmadığı günler için ne ücret ödüyor, ne sigorta primi ne de vergi! Devlet ise bu üç günün parasını işçilerden kesilip oluşturulan İşsizlik Fonundan karşılıyor.
Ekim ayında patron üç günlük kısa çalışmayı dört güne çıkardı. Şu an iki günlük kısa çalışmadan yararlanıyoruz. Gerektiğinde patron bizi beş veya altı gün çalıştırıyor ve bu çalışmanın ücretini ödemek yerine bizi izne çıkarıyor. İşçiler arasında pek bir tepki yok. Sendikamızın tavrı ise oldukça düşündürücü. Yani sendikamız bu kriz ortamında böyle şeylerin normal olduğunu söyleyerek “bu çalışmayı ister yapın ister yapmayın, sizlere kalmış” diyor ve bu sorunu işçilere havale ediyor.
İşte bir kez daha gerçeklerle karşı karşıyayız. İşçiler olarak bir araya gelip sendikalarımızı zorlamazsak sorunlar katlanarak büyüyecek. Sendikalar işçileri temsil etmeliler ama bu durumda işverenle tek tek işçileri karşı karşıya bırakıyorlar. Sendikanın da işlevi bu durumda ortadan kalkıyor! Lafa geldiğinde sınıf sendikacılığını savunan sendikamız, biz işçiler mücadele etmediğimiz için uzlaşmacı bir konumda. Biz işçiler mücadele etmediğimiz için her geçen gün patronların baskılarına ve haklarımızın elimizden alınmasına izin veriyoruz. Buna karşı koyabilmek için mücadele etmeli, sendikaları harekete geçirebilmeliyiz. Yarına bugünden hazırlanmalıyız!