
Eski Cumartesi akşamlarında hep beraber toplanıp Türk filmi izlediğimiz gecelerde gibi hissettim kendimi. Sıcak bir ortamdı. Hülya Koçyiğit, Hakan Balamir ve Erol Taş UİD-DER’in beyaz perdesinde işçilerin hikâyesini anlatıyorlardı. Ben alışık değildim bu oyuncuların böyle hikâyeler anlatmalarına ama merakla izledik. Çünkü anlatılan bizim hikâyemizdi.
Fabrikada kadınıyla erkeğiyle çalışan işçilerin küçük hayatları, büyük gerçekleri haykırdı kulağımıza. İşçilerin birliğinin sermayeyi nasıl titrettiğini, iş kazalarının kader olmadığını, nasıl her bir işçinin, birbirinin yedek parçası olarak kullanıldığını ve patronların diyetini ödemek zorunda olmadığımızı anladık. Hele o Hülya Koçyiğit’tin filmin sonunda ekrana yürüyerek, gözlerimizin içine gözlerini dikerek “ama suç bizde! Suç hepimizde!” diye haykırması yok mu, nasıl titretti benliğimizi! O an iş kazalarında ölen ya da sakat kalan işçilerin yaşadıklarından sorumlu hissettim kendimi. Bu düzenin nasıl da biz işçileri birbirimize yabancılaştırdığını, birbirimizin acılarından uzaklaştırmış olduğunu fark ettim.
İşte bu fark edişi yaymanın, dayanışmanın, mücadelenin mesuliyetidir üzerimize düşen.
Yarınlarımızı patronların insafına bırakmadan mücadeleye atılalım. Örgütlenme geleneğimize sahip çıkalım. Dayanışma alanlarımıza, sendikalarımıza ve derneklerimize sahip çıkalım.