4/C olarak dayatılan işsizlik ve açlık yasasına karşı direnen Tekel işçilerinin baskısıyla Türk-İş 17 Ocakta bir miting düzenledi. Ankara’da böylesine kitlesel katılımlı bir mitingi uzun süredir görmemiştim.
UİD-DER’li işçiler olarak bizler de destek için oradaydık ve işçi kardeşlerimize İşçi Dayanışması bültenimizi dağıttık. Bülten dağıtımında birçok işçiyle de konuşma fırsatı bulduk. Kimisi “bize böyle şeyleri okutmazlar” diyerek kaygısını dile getirirken, kimi işçiler bültenimizi almakta tereddüt etmediler. İlgilenen işçiler, bültenimizi aldıktan sonra tekrar görüşmek istediklerini belirttiler.
Çoğu işçi, sendika başkanları ya da yöneticileri ile görüşün diyordu bize. Biz sendikacılarla değil işçilerle konuşmak istiyoruz dediğimizde daha rahat sohbet ettiler. İşçiler, “işçiyi sattı” diyerek daha çok Türk-iş’ten şikâyetçiler. “Elimizdeki haklar alınıyor, sendikacılar ses çıkarmıyor, yönetim istifa etmeli” diyorlar.
Bir işçiye, “haklarımızı korumak için işyerlerinde nasıl örgütlenmeliyiz” diye sordum. “Anında kapıya koyarlar” diye yanıtladı. Ve bu sendikalı bir işçiydi. Ona, mücadeleyi başkasının yapmasını beklemememiz gerektiğini, bültenimizin haklarımızı aramada yol gösterici olduğunu söyledik.
Örgütlü olmak, birlikte mücadele etmek gerekliliği konusunda tüm işçiler hemfikir. Ama ne yazık ki çoğunluğu örgütlülüğü sadece sendika üyesi olmak, sendikacıların da onlar için mücadele etmesi olarak algılıyor. Oysa sendikaları mücadeleci işçi örgütleri haline getirecek olan bizleriz ve bizim örgütlülüğümüzdür.