Ben 32 yaşındayım. Eğitim işçisiyim. Bir özel okulda sözleşmeli olarak çalışıyorum. Bir yılın sonunda patron bizimle devam etmek isterse sözleşmelerimiz yenileniyor, istemezse kaşın-gözün kara deyip yol veriyor. Yani her sözleşme dönemi yeniden işsizliği tadıyoruz. Üstelik bizi işsiz bırakan genellikle profesyonel nedenler olmuyor. Meselâ patron benden hoşlanmayabilir, kılık kıyafetimi beğenmeyebilir, mezhebimi beğenmeyebilir, ettiğim bir lafı beğenmeyebilir. İşinde çok iyi olmanın pek de önemi olmuyor. Özel okulda çalışıyor olmanın maddi bir avantajı olabileceğini düşünüyorduk ama öyle olmuyor. “Özel Okullar Birliği” ya da “Özel Dersaneler Birliği” çatısı altında her sözleşme dönemi öncesinde patronlar bir araya geliyor ve bizim emeklerimize ortaklaşa değer biçiyorlar.
Kadın olduğum için öğrencilerimin bile muamelesi değişiyor. Danışmak için gelen veliler de bu konuda cinsiyet ayrımı yapıyorlar. Biz kadın öğretmenlere kadın olduğumuz sık sık tatsız uyarılarla hatırlatılıyor. Erkek öğrencilerle ilişkilerimizde eğitimci kimliğimizin değil kadın kimliğimizin gözetilmesi gerektiği buyruluyor. Gömlek yakalarımız ve etek boylarımız eğitimin niteliğinden kat kat fazla önem taşıyor. Yorucu ve güvencesiz çalışıyor olmamız yetmiyor, bir de kadın olmamızın ceremesini çekiyoruz. Bu toplum bizden bir taraftan kadın olmamızı istiyor, diğer taraftan da kadın olduğumuz için aşağılıyor.
Biz emekçi kadınlar olarak böyle yaşamayı kabul etmemeliyiz. Sorunlarımızı erkek egemenliğine karşı kadınların birliğiyle çözemeyiz. Bu sorunları tekstil işçisi kadınlar da yaşıyor, eğitim işçisi kadınlar da yaşıyor, sağlık işçisi kadınlar da… Ama patronların kadınlarının ya da kadın patronların böyle sorunları yok. Bu yüzden emekçi sınıfın kadınları olarak müttefikimiz patron kadınları değil sınıfımızın erkekleridir. Biz işçi kadın ve erkekler adil bir yaşamı en çok hak edenleriz. Bunu bilmemiz ve birbirimize güvenmemiz çok önemli; gerisi gelecektir.