
Belki hâlâ duymayanımız vardır. Eğer öyle ise, duymayan kalmasın artık. Çünkü patronların saldırılarına karşı direnişe geçen işçilerin onurlu mücadelelerini kırmak için çabalayan kimi sendikacıları da duyacak, istemesek bile duymak zorunda kalacağız. Duymalıyız da…
AKKARDAN patronunun, kârına kâr katmasına, hatta bu kârlarla yeni fabrikalar satın alacak kadar büyümesine rağmen, işçilerine reva gördüğü şey 108 işçiyi kapının önüne koymak oldu. Aslında patronların neden bu kadar pervasız davrandıklarını anlamak zor değil. Onlarla bizim dünyamız aynı değil elbette. Bizler gece gündüz kırpılan ücretlerle nasıl geçineceğimizi kara kara düşünür dururuz. Dünyada iki sınıf var: patronlar sınıfı ve işçi sınıfı. Bu iki sınıfın, çıkarlarının da apayrı uç noktalarda olduğunu anlamak çok zor değildir bakıldığında. İşçi sınıfının çıkarları ve hedefleri insanlığın çıkarlarıyla örtüşürken, patronlar sınıfının çıkarları, insanlığın kökünü kazıyan savaşlara, bir avuç sömürücünün daha fazla kâr için birbiriyle sonuçsuz ve sonsuz rekabetine neden oluyor.
Burada önemle vurgulamak istediğim bir şey var. Akkardan direnişindeki sendikacıların tutumlarına ilişkin gariplikler nedeniyle aklıma bazı sorular takıldı. Evet, patronun, işçilerin ekmeğine neden el uzattığını gayet iyi biliyorum. Fakat bazı sendikacıların neden bu kadar yüzsüz davrandıklarını bir türlü anlamış değilim. İşçilerin bedel ödeyerek kurmuş oldukları sendikalar işçi kurumları olmalarına rağmen, sendikacılar bu direnişleri neden yeterince önemsemiyorlar? Evet, tıpkı Akkardan örneğinde olduğu gibi, işçiler direnişlerini büyütmek ve daha da geliştirmek isterken, sendika temsilcileri “Siz karışmayın, biz uzlaşırız, siz sakın patronla olan anlaşmalarımızı bozmayın, patron insaflı davranırsa hakkınızı alırsınız!” diyorlar. Soruyorum, sınıf mücadelesinden bihaber olan, yalnızca işçilere yüksek perdeden laflar edip sonra arkasını dönen böyle bir anlayışa sahip sendikacılara; şimdiye kadar hangi patron işçilere insaflı olmuş ki Akkardan patronu insaflı olsun?Evet, bugün sadece kendilerini düşünen, sınıf mücadelesinden uzak kimi yöneticiler sendikaları mevki olarak görüyor ve oraları boş yere işgal ediyorlar. Bu da artık gözlerden saklanamayacak kadar uluorta yaşanan acı bir gerçektir. Peki, bu sendikacılar hiç mi çocuklarının geleceğini, iğrenç bir hal alan genel sağlık ve sosyal hak gasplarını görmüyorlar? Bütün bu soruların yanıtı, dönüp dolaşıp birçok işçinin ve genel anlamda baktığımızda sendikacıların sınıf bilincini iyi kavrayamamış olmalarıdır. Bu yüzdendir ki sendikacılar sendikaları devlet kurumu gibi görmektedir. Oysa sendikalar ne devlet yardımıyla ne de burjuva partilerin yardımıyla kurulan kurumlardır. Onlar işçilerin aidatlarıyla kurulan ve ayakta duran sınıf örgütleridir ve işçilerin ikinci evi olmalıdırlar. O zaman evlerimize sahip çıkalım ve onları sendika bürokratlarına terk etmeyelim.
Yaşasın Akkardan direnişi!