Her yağmur yağdığında yine nereleri su basacak, nerelerden insan çığlıkları yükselecek diye düşünmeden edemiyor insan. Çarpık yapılaşma ve ekonomik zorlukların dayatmaları nedeniyle, yağan her yağmur damlası burkar birçok insanın yüreğini. Yine yağmur yağıyor ve yine tedirgin bodrum katlarında yaşam kavgası veren işçi-emekçiler. Belediye hoparlörlerinden anonslar yapılıyor: “Şiddetli yağmur ve fırtına bekleniyor. Çocuklarınızı sokağa salmayın”. Okullar tatil ediliyor öğrenciler ve veliler mağdur olmasınlar diye. Peki çalışan işçi arkadaşlarımız ya da fabrika fabrika yürüyerek iş arayanlar için önlem alınıyor mu? O gün patron işe gelmeyin tatil diyor mu? Ya da hava koşulları nedeniyle erken paydos ediyorlar mı? İşsizliğin pençesinde kıvranan kardeşimiz iş bulurum umuduyla fabrikaları gezerken yağmur yağıyor, bu gün gitmeyeyim diye düşünebilir mi? Geçtiğimiz yıl İkitelli’de yaşanan sel felâketinde 7 tekstil işçisi kardeşimiz patronların kâr hırsı nedeniyle servis diye yük aracında işe götürülürken sel sularında çığlıklar içinde boğuldular. Daha nice işçi kardeşimiz yağan yağmurun sele dönüşmesi nedeniyle imdat çığlıklarıyla boğulup patronlar sisteminin kurbanı olmadılar mı?
Yağan yağmur, mazgallardan taşan, dere yataklarına sığmayan gürül gürül akan suyun denizle buluşması… Bunları düşündüğünde insanın kafasından birçok şey geçiyor. Bir su damlasının kendisi gibi olanlarla birleştiğinde nelerin ortaya çıktığını düşünüyor insan. Nehirlerin, denizlerin ve okyanusların oluşması tek tek su damlalarının birlikte hareket etmesine bağlı değil mi? Tek bir su damlası pek bir şey ifade etmezken birleşince neler olabiliyor.
Kapitalist sistem içinde üretim araçlarının mülkiyetine sahip değilsek, yaşamımızı sürdürebilmek için emek gücümüzden başka bir şeyimiz yoksa nerede olursak olalım rengimiz, ırkımız, dilimiz, dinimiz, milliyetimiz vs. ne olursa olsun bizler işçi sınıfının birer parçasıyız. Bizler tek tek işçiler olarak işçi sınıfının içinde denizde damla gibiyiz. Ve patronlar sınıfının saldırıları biz işçilere karşı her geçen gün katmerli bir şekilde artmakta. Saldırılar artıkça örgütsüz olan biz işçiler ölümle yaşam arasında ince bir çizgide yürümeye razı olmaktayız. Milyarlarcayız, fakat gücümüzden haberimiz yok. Kişisel çıkarlarımızın sınıfsal çıkarlarımıza bağlı olduğundan habersiziz.
Sistemin içine girmiş olduğu ekonomik krizden etkilenmeyen işçi var mı? Milyonlarca işçi işsiz kaldı. Hâlâ bir işi olanlar da ücret kesintisi, fazla çalışma, sosyal hakların kısıtlanması gibi birçok saldırıyla karşı karşıya kaldı. Dünyanın en büyük tekelleri ya battı ya da devletler tarafından koruma altına alındı. Milyonlarca insan açlığa, yoksulluğa mahkûm edildi. O kadar çarpık bir sistem ki, insana değer vermeyen bu düzende mülk sahibi patronlar sınıfı ve onların temsilcileri karşısında bizler işçi sınıfı olarak örgütsüz olduğumuz sürece yaşanılanların sonuçlarına hep biz katlanmak zorunda kalıyoruz. Fatura hep bizlere kesiliyor.
Oysa biz milyarlarcayız, onlar bir avuç. Kapitalist sistemin sonuçlarına biz milyarlar katlanmak zorunda kalıyoruz. Neden? Neden bir su damlası gibi nehirlere, denizlere dönüşmüyoruz? Tek başımıza bir şey yapamayacağımız ortada iken neden birlikte hareket etmiyoruz? Bütün her şeyi birlikte üretirken, birlikte her şeye hayat verirken neden sınıf olarak tüm işçilerin geleceği için bir araya gelip örgütlenmeyelim? Damla misali! Örgütlü olan patronlar sınıfının karşısında neden örgütlü hareket etmeyelim? Dünya işçi sınıfı olarak birleşmemiz için o kadar çok neden varken nedir bizi birbirimizden uzaklaştıran?