Merhaba dostlar. Ben tekstil sektöründe çalışan bir işçiyim. Geçtiğimiz günlerde tekstil işçileri olarak bir arkadaşımızın evinde toplandık. Hoşbeşten sonra yemeklerimizi yedik. Sonrasında ise çayımızın eşliğinde sohbet etmeye başladık. Herkes kendi işyerinde yaşadığı sorunlarından bahsetmeye başladı. Arkadaşlarımızın ikisinin en büyük şikâyeti işyerinde saat başı sayılı iş vermeleriydi. Bu durumun işçileri çok yıprattığını, işçiler arasında rekabeti ve bencilliği artırdığını söylediler. İstenilen iş sayısını çıkartamayanlara psikolojik baskı yapılarak morallerinin çökertildiğini anlattılar. Bunun yanı sıra sürekli zorunlu fazla mesailerin olmasının fazlasıyla yorgunluk ve yılgınlık yarattığını söylediler. Bir diğer arkadaş ise iki yıldır zam almadıklarını, patronun son çalıştıkları ayın mesaisini de vermediğini söyledi. Bir de bunun yanında işveren işçileri toplayıp “arkadaşlar biliyorsunuz işyerini büyüttüm, sizlerden de fedakârlık bekliyorum” demiş. Biz iki arkadaş onların yaşadığı sorunu yaşamıyor olsak da tabii ki bizim de sorunlarımız vardı. Ücretlerimiz düşük. Servisimiz yok. Müdüre göre var da, bizim evimize uzak bir yerden servis geçiyor ve bize dediği şey fedakârlık etmemiz gerektiği. Kırk dakika yürümemiz gerekiyor her gün. Sabah ve akşam. Sohbet derinleştikçe derinleşmeye başladı.
Yaşadığımız bu sorunlar karşısında ne yapacağız konusuna geldik. Tabii burada da işyerlerimizde güven duyulacak arkadaşlarımızın olmadığı, “bu işyerinden bir şey olmaz” benzeri söylemler çıktı. Bu sefer de güven denilen şeyin ne olduğunu irdelemeye başladık. Sonuçta güvenin satın alınabilecek bir şey olmadığını, tam da şu an bizim yaptığımız sohbetlerden, bir araya gelmelerden, haklarımızı öğrenmekten, işçi arkadaşlarımıza yüz çevirmeden ön yargısız bir şekilde yaklaşmaktan geçtiği fikrinde birleştik. Tabii bu arada zaman epey geç olduğundan sohbeti toparlayıp bu sohbetten çok memnun kaldığımı söyledim ve sizler de hem fikirseniz tekrar görüşelim, bu sefer de bende toplanalım dedim. Diğer arkadaşlar da bu fikrime katılarak güzel olur dediler. Bir hafta sonra tekrar buluştuk. Konumuz güven sorunu ve biz işçilerin bilinçsiz olduklarıydı. Arkadaşın biri de tam bu lafı onaylarcasına kendi yaşadığı örneği verdi: İş arkadaşının biri sürekli bağırıp iş için arkadaşlarıyla ters düşüyormuş. Arkadaşı kenara çekip “senin bu yaptıklarının kendine bir yararı yok. Boşuna arkadaşlarını kırıyorsun patronun işi için. Yarın seninle işi bittiğinde kapıya koyulacaksın” demiş. Bunun üzerine o arkadaş “evet sen haklısın, boşuna bunlar” diye uyarıyı dikkate almış. “Sen doğru söylüyorsun ve iyi birisin, bana doğruyu gösterdin” demiş.
Bu da bir kez daha şunu göstermiş oluyor ki, işçilerin önüne doğru bir şeyler koyunca ve doğru yaklaşınca bunu anlıyorlar. Ve kendi saflarına geçiyorlar. Tabii bizim konumuz bitmedi. Aynı arkadaş bu sefer de “evet bilmiyoruz haklarımızı, ama elimde haklarımı ve işten atılınca ne yapacağımı anlatan bir şey olsun istiyorum” dedi. Bunun üzerine elimizdeki var olan İşçi Dayanışması bültenindeki “Fazla Mesailer Nasıl Hesaplanır” yazısını okuyalım dedim. Bölüm bölüm okuduk. Soru cevap şeklinde. Çıkan sonuç, yıllık maksimum yasal fazla mesai saatinin iki katı fazla mesai yaptığımızdı. Yani arkadaşımızın ikisi 600 saatten fazla çalışmış oluyorlardı. Biz bu yazı sayesinde bir hakkımızı ve diğer taraftan da yapılan katmerli haksızlığı görmüş olduk. Böylece aslında başka konular için de bir araya gelmemiz gerektiğini daha iyi kavradık. Bundan sonra kadın tekstil işçileri olarak düzenli olarak bir araya gelip, sorunlarımızı tartışıp, hep birlikte çözüm yolları arayacağız.